29 Kasım 2018 Perşembe

MERİTOKRASİ "MEHMET ARİF DEMİRER VE DEMOKRASİ" Alaeddin USTA (28 Kasım 2018, UYSAF Konferansı "İstanbul, 6-7 Eylül 1955 Olayları"

MERİTOKRASİ 
"MEHMET ARİF DEMİRER VE DEMOKRASİ" 
Alaeddin USTA
Her 15 günde bir UYSAF’ta yapılan toplantılarımızın bu haftaki konusu “6-7 Eylül 1955 Olayları” idi.
28.11.2018 Günü yapılacak olan toplantıda sunumu yapacak olan ise Mehmet Arif DEMİRER’di.
DEMİRER bize göre ilerlemiş yaşına rağmen, hatta sağlığı nedeniyle yürüme zorluğu çekmesine rağmen, konuşması tabir yerinde ise bülbül gibi idi.
O konuştukça kendi cehaletime kızdım,
Okuduklarıma yandım,
Eksikliğimi gördüm,
İlk kez duyduklarıma sevindim,
Derya olan bir hatibi dinlerken ne hissedilirse onların tamamını hissettim.
Anlattıklarının tamamını belgeledi Sayın DEMİRER,
Anlattıklarının tamamını içeren kitapları kendisini dinlemeye gelenlere ve hatta ücretsiz dağıttı Sayın DEMİRER,
Bugüne kadar yazdığı onlarca kitaptan mevcutları bile dağıtmayı arzuluyordu Sayın DEMİRER.
Sonunda;
Atatürk’ü sevmeyenlerden siyah leke ve biz,
Amerikalı arkadaşı Atatürk’ün Devrimlerini Anlatıyor,
Atatürk’ü vatan Toprağına Kavuşturmuştuk adlı 3 kitabı ile
Kemalist Demokrat Türkiye dergisini bizlere verdi.
Bunların içinde biri vardı ki “10 Kasım 1953 günü Atatürk’ü Vatan Toprağına Kavuşturmuştuk” adlı kitabını tanıtırken elleri titriyor, kitabı bir o yana bir bu yana çeviriyordu.
Programın yöneticisi olarak ben de heyecanlandım.
Zira konuşmaya başladığında yaşadığı sağlık sorununu anlatmıştı.
Sonra konuyu aydınlattı.
Meğer Sayın DEMİRER 10 Kasım 1953 günü Büyük Atatürk’ün Anıtkabir’e defin sırasında orada imiş.
Beli ki bunca yıla rağmen etkileri hâlâ devam ediyor.
Atatürk sevgisi bu olsa gerek.
Tabi Atatürk’ü sevenler için.

Sayın DEMİRER’in anlattığı özel anekdotlar sayesinde tüm arkadaşlarım şaşkınlıklarını ifade ederek, dilek ve temennilerde bulunarak,
Bir başka zamanda bu toplantının devam etmesine karar vererek sonuçlandı.
Hâlbuki Sayın DEMİRER süreyi bana sormuş, bir buçuk saat civarında deyince “zor” dercesine tavır takınmıştı.
Sonunda bir buçuk saati geçmiş olmamıza rağmen hızını alamamış ve bir toplantı daha önermiştir.
Sağ olun Sayın DEMİRER. Sağlıklı günler diliyorum. 30.11.2018. Alaeddin USTA. Ankara.meritokrasi11@gmail.com

15 Kasım 2018 Perşembe

HABER TÜRK (ANKARA HABERLERİ) 10 Kasım 1953'ün tanığı Mehmet Arif Demirer, o günü AA'ya anlattı

10 Kasım 2018 Cumartesi

"HASTALIĞI DOĞRU TEŞHİS EDİP TEDAVİYE BAŞLAYAN DOKTOR: ATATÜRK" PROF. DR. SADIK K. TURAL (Kaynak: Mehmet Arif Demirer)

"HASTALIĞI DOĞRU TEŞHİS EDİP TEDAVİYE BAŞLAYAN DOKTOR: ATATÜRK"
PROF. DR. SADIK K. TURAL


I
İnsan ruh adlı bilinmez ve tanımlanmaz elektrik gibi bir enerjiden oluşan bir varlık alanı ilebeden denilen beş duyu ile bilinebilen diğer varlık alanından oluşan bir bütünlük.
Ölümsüz sayılan “ruh” bilinmezler alanı olmaya devam ediyor.
Beden farklı yapılı ve işlevli hücrelerden oluşan bir bütünlüktür. Beden hücrelerin her birinin içindeki mikro işlemcilerin henüz çok küçük bir kısmı tanınıp tanımlanabilmiş bulunan yüksek bilgi ile oluşturulmuş bir sistem.
Beden/vücut denilen özel sistemin herhangi bir hücre veya hücre grubundaki işlev azalması veya işlevsizlik yüzünden oluşan durumlara hastalık/sayrılık deniliyor.
İnsan yanlış karar ve yanlış tercihlerinin göstergesi olan eğilim ve ısrarlarının sonucunda oluşabilen beden ve/veya ruh hastalıklarıyla boğuşuyor. Hastalıkların bazıları tamamen tedavi edilebiliyor bazıları kalıcı etki bırakarak giderilir iken bazıları ise ölümcül olabiliyor.
Hastalık/sayrılık hallerinde hekime gitmek gerek. Hekim hem öncekilerin öğrenip naklettiği hem kendi tecrübeleri sonucunda kazandığı bilgi birikimiyle hastalığa öncelikle “doğru teşhis koyan” ve sonra da “tedavi işlemleri”ne başlayan insan. Şarlatan olduğu halde adı veya unvanı hekim olana değil bilgi ve birikiminden teşhis ve tedavisinden şüphe edilmeyen cesaretsizlik göstermeyen işinin ehli güvenilir hekime gidilmeli. Bilgisi ve birikimi başarısı ve şöhreti kibre veya tüccarlığa dönüşmemiş hekim... İnsandaki hastalığı doğru teşhis ve tedavi etmeyi mesleğinin tek hedefi sayan hikmeti öğrenme sevdalısı hekim. Bu yüzden Türkler eskiden ‘Hekimlik ve askerlik bir meslek değil bir yaşama tarzıdır. ’ derlermiş.
Hekim hastayı dikkatle muayene edip “durum tespiti” anlamında “sağlıksızlığın hangi organlarda” olduğunu tanımlar teşhis eder... Ondan sonra da bilinen yöntem ve ilaçlarla “tedavi”başlar... Bu tedavinin hastaya vereceği sıkıntı ayrı bir konudur. Hastanın hekime kendini teslim ettiği verilen tedaviye ilişkin uygulama ve ilaçları yüksünmeden gizli ve açık biçimde engellemeden kabullenip gereğini yaptığı hallerde sonuç büyük ölçüde olumludur; doğru teşhis ve mümkün olabilen tedavinin sonunda hasta ya şifâ ya iyileşme/salah ya da tedaviye devam ederek ömrü sürdürme kararlarından biri ile hayatına devam eder.

I I
İnsan toplulukları da birçok bakımdan beden denilen organizmaya benzerler. Her hücre bir ailedir ve onun çekirdeğinde insanlar bulunur. Bu hücrelerin ilişki kurarak ve etkileşerek oluşturduğu yapıların bir kısmı dâimi bir kısmı ise geçicidir. Aile hem varlık oluşturan hücrelerin karşılığı olan hem de ruh denilen tanımlanamaz enerjiyi temsil eden bir yapıdır. Ailelerin enerjileri birleşerek hem millî benlik ve kimliği hem de toplam enerji veya sinerji denilebilen millî ruh’u oluşturuyor.
Aile denen sosyo-kültürel hücreyi oluşturan insandaki atomik-kuantik işlev bozuklukları toplulukları ve toplumları hastalandıran etkenlerin birisidir. Topluluklardaki ve onların nitelik ve nicelik toplamı sayılagelen toplumlardaki çözülmelerin kırılmaların iki temel sebebi vardır: Birincisi ailenin ikincisi ise o “toplum”u yöneten ‘kişi ve kurumlarda’ var olması elzem sayılan işlevlerinden birinin/birkaçının hastalanmışlığıdır.
Hastalığı ya bilge siyaset idare ve askerlik alanının öne çıkan şahsiyetleri veya bilginler ya da devlet adlı yüksek örgütlenme organları teşhis ve tedavi eder.
Bir toplumun benzeşirliğini ve biraradalığını artırmasını siyasî iktisadî ve kültürel istikrarını korumasını bağımsız bir yapı olarak devamını sağlayan örgütlenmeye devlet denilir. Devlet toplumdaki kişi aile ve toplulukların hem birbirleriyle hem yetkili yönetim temsilcileriyle ilişkilerinde asayişsizlik emniyetsizlik adaletsizlik haksızlık ile karşılaşmaması için gereğini yapan güç ve örgütlenme bütünüdür. Devlet üretim ve tüketim sağlık ve eğitim kavramlarına giren alanlarda her bireyin sağlıklı ve iyi vatandaş olmasını sağlayıcı hukuk düzeni başta olmak üzere kurumlar kuruluşlar oluşturur. Devlet iç ve dış düşmanları karşısında hem gücünü ve itibarını korumak hem de bağımsızlığını sürdürmek için özenli dikkatli bilgili ve bilinçli yapılanmalar göstermek zorunda olan çok yanlı ve yönlü bir örgütlenme türüdür.
Devlet hukukun üstünlüğü ve uygulamada tavizsizliği ölçüsünde yönettikleriyle bütünleşir istikrar sağlar. Devletin millî nitelikli donanımlı güçlü bir ordu ile çağdaş ve nitelikli bir eğitim sistemi oluşturamadığı geliştiremediği durumlarda en geç üç kuşak sonra çözülme yıkılma ile karşılaşılır.
Devletler farklı rejimlerle varlığını sürdürür. Erk denilen yönetim gücünün oluşum ve işleyişini sağlayan tercihler yetkiler ve kurumlaşmalar toplamına rejim denilir. Bir kişi veya sülaleye halkın kaderini bırakan mutlakıyet rejimli devletler giderek azalıyor. Rejimler toplumun dilek ve isteklerini dikkate alan vekil/temsilci unvan ve işlevli kimselerden oluşan keneş kurultay meclis kamutay şûra parlamento kongre adlı yasama ile yürütmeyi denetleme görevini üstlenen bir organ ile adaleti sağlayan bağımsız hukuk organlarının işleyişiyle biçimleniyor. Gerek meclisin gerekse hukukun esas aldığı değer ile yetki bakımından en üstte olan makam ve kişilere tanınan haklar rejimdenilen biçimlenmenin niteliğini/adını belirler. Bu nitelikler “anayasa” denilen metinlerle ortaya konulur.
Osmanlı Devleti teb’ası/reayası saydığı halkıyla kendi arasındaki uzaklıklı mutlak otoriteli yapısını yaklaşık 450 yıl sürdürmüştür. Büyük çoğunluğu Türk olan sessiz yığınların mahallî yöneticilerin ceberrutluğu ve asayişsizlik ile adaletsizliği yüzünden Devlet’e kırgınlığı hattâ küskünlüğü sonucunda celâlî isyanları (iç terör denebilir) baş göstermiştir. Devlet’in içeride güç ve itibar yitirmesinin açık göstergelerinden biri bu başkaldırılar olmuştur. Bunun yanında savaşlardaki ağır yenilgiler ve toprak kayıpları... Kutsal olan her ögeyi (Kur’ân hadis mezhep tarîk cami v.b) kendi güç ve iktidarı için kullanan cahil halkın inançlarını sömüren Osmanlı Sarayı ve yandaşları yok oluş sürecine girmişlerdi. Avrupa’daki bilim ve teknolojik gelişmeye uzmanlaşmaya karşı ilgisizliği benimseyen hilâfet cilalı saltanat kabuktaki kısmı pörsümüş içi çürümüş bir yapıya dönüşmüştü. Bu gerçekleri gören düvel-i muazzama bir yandan maraza çıkarıp sömürü için yeni imkânlar koparmış diğer yandan da bünyemizdeki gayri müslimler içinden buldukları bazı nankör gözü dönmüşleri ihanet şebekelerine dönüştürmüştür.
Devlet 1820-1920 yılları arasında yüksek örgütlenme modeli olma özelliklerinin tamamını kaybederek hızla yok oluşa doğru gitmiştir. Durumun vehâmetini bir “durum tespiti” ile ortaya koyma ”teşhis” ve “tedavi” denemeleri yerleşik tabuların hilafet cilalı Saltanatın direnişleri yüzünden hem etkisiz hem sonuçsuz kalmıştır.

I I I
Karlofça Anlaşması ile başlayan işlev bozukluğuna bağlı siyasî idarî askerî ve iktisadî hastalanmalar ilk olarak 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla devamında Kırım Harbi de denilen1853-1856 Osmanlı Rus Savaşıyla reddedilmez şiddette ortaya çıkmıştır. Ardından Osmanlı maliyesi çökmüştür. 1855-1875 yılları arasında Sultanın ailesinin ve yandaşlarının Devlet adına alınan borç paralarla har vurup harman savurmaları lüks hayat ve ihtişam göstergesi olan saray kasr köşk ve giyim kuşam ile tefriş hastalığı sonucunda Devlet iflasın eşiğine gelmiştir. Bu harcamaların yabancılardan alınan borç paralar ile yapıldığını özellikle vurgulayalım.
93 Harbi de denilen 1877-78 Osmanlı Rus harbinin sonunda galip Rus ordusu Saray’a bir saat mesafede durmuştur. Tam bir hezimet anlaşması olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy) ateşkes ahitnâmesi Sultan II. Abdülhamid’e imzalattırılmıştır. Asıl anlaşma 13 Temmuz 1878’de Berlin’de imzalanmıştır. Şu ağır şartları taşıyan bu “Muahede” çok önemlidir: Trakya’mız ve Balkanlar’ımız Bulgaristan Prensliği Makedonya ve Doğu Rumeliolarak üçe ayrıldı. Kars Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı. Ayrıca Osmanlı Devleti Rus Çarlığına 803.000 Frank ödemeyi de kabul etti. Ermeni gailesi bu anlaşma ile Osmanlı’nın iç sorunu olmaktan çıkıp emperyalizmin Türklük aleyhine kullandığı bir araç olma sürecine girdi. Rus Çarı Nikola “Osmanlı Devleti ağır hastadır bizler gereğini yapmalıyız. ” demişti... Çarın teşhisi incitici aşağılayıcı fakat -mâalesef- dosdoğru bir“durum tespiti” idi.
Devlet borçları o ölçüde idi ki yerli Rum Ermeni Süryani Musevi alacaklılar edepsizliği ele aldılar: Başta İngiliz ve Fransız olmak üzere yabancı banker ve tüccarlar da yerli tüccar ve bankerler de “borç/deyn” tahsili konusunda bir çözüm üreterek Devlet’in önüne koydular. 1879’daki ilk‘sözleşme’den sonra Osmanlı Devleti 3 Ekim 1880’de alacaklılar ile boynu bükükçe bir toplantı yaptı. Aralık 1881’deki ünlü “Muharrem Kararnamesi” ile borçlar yönetimi de kurumlaşmış oldu. Adı: Devlet-i Osmâniye Vâridât-ı Muhassasa İdaresi (Osmanlı Devletinin Devlet Gelirlerinin Yönetimi) kısaca Duyûn-ı Umûmiye olan bu örgüt hem ekonomiyi hem de siyaseti sömürüp çökerten önemli bir hastalık merkezi mikrop yuvası idi. 1912 yılında Duyûn-ı Umûmiye idaresinde çalışan memur sayısı 8931 iken Osmanlı Maliye Nezareti’ndeki memur sayısı: 5472 idi. [1]
Bir yandan Duyûn-ı Umûmiye’nin ‘çok askeriniz var’ dayatmaları diğer yandan Sultan II.Abdülhamid’in muhalifleri konusundaki vesveseli tutumu sonunda orduda “Tensikat”(Azaltma) yapılmıştır. Ordudan atılanlar Sultan’ın muhalifleri ile işbirliği yapmışlardı. Sultan II.Abdülhamid’in “Tensikat-ı Askeriye” kararnâmesi ile ordudan atılan ”Tensikzedeler” 1909 sonrasında affedilip bir kısmına görev verilmiştir. Bir başka önemli dönüşüm de İttihad ve Terakki tarafından “Tasfiye-i Ruteb”(Rütbelerin düzeltilmesi) kanunu ile ordudaki “alaylı” subaylar uzaklaştırılmış; bir ve/veya iki rütbe indirilmiş -bazılarının rütbesinin yükseltilmiş- bulunmasıdır. Bu uygulama 31 Mart Vak’asının sebeplerinden biri olmuştur. [2] Ordunun içindeki siyasî erk’in ortağı olma sevdasına bağlı gruplaşmalar yanlış kararları çoğaltmıştır. Yanlış karar ve uygulamalardan biri başarılı subaylardan bir kısmı ile Balkanlardaki bazı birliklerin Yemen’deki ayaklanmayı bastırmak için gönderilmiş olmasıdır...
Arkasından Balkan Bozgunu... Ordunun milletin bozgunu... Ardından Birinci Cihan Harbi. İki cephedeki “zafer” nitelikli muharebeler yanında bütün cephelerde hezimetle kaybedilen savaşın ardından önce Mondros Ateşkes (Mütâreke) Anlaşması sonra idam kararı işlevini taşıyan Sevr Muahedesi... Sevr metnini okumadan devlet yöneten yüksek bürokratlara ve siyasetçilere bu ayıplarından dolayı gülmekten başka ne yapılabilir?[3]

I V
30 Ekim 1918 tarihinde imzalamaya icbar olunan Mondros Ateşkes (Mütâreke) anlaşması ile ordumuz yenilmiş teslim olmuş sayıldı. Barış adına ‘analar ağlamasın’ diyerek bu ön anlaşma imzalanınca İngiliz Fransız ve İtalyanlar İstanbul’u işgal etmişlerdi. Hemen her ilde ve bir takım kazalarda bir takım ve/veya bölük büyüklüğünde İngiliz ve/veya Fransız –bazı yerlerde her ikisi aynı anda- askerî birlikleriyle işgal başlatılmıştır. Ardından da Yunanlılar...
Bu ağır işgal ve esaret tablosunun oluşmaya başlaması sırasında Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 gününe kadar İstanbul’da birçok kimseyle görüşmüştü. [4] Mustafa Kemal Paşa Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de yasak ettiği ”ye’s/umutsuzluk”un herkesi teslim aldığını fark edip göstermelik bir görevle Anadolu’ya geçip önce Amasya’da “MİLLET”i göreve çağırmıştı.
Ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri... Mandacılar İngiliz Muhipleri Fransızperesler karşısında Türklüğe dayanan Kemal Paşa.
Ordu yok silah yok para yok... Merhum Börekçizade Rifat gibi Merhum müftü Vehbi Efendi gibi İslâm’ı Arap milliyetçiliğiyle eşitlemeyenlerle yola çıkıp inanç baronlarının tökezletme çalışmalarına azınlıkların ve azınlık ruhluların engellemelerine rağmen “yok”lara aldırış etmeden Türk Ruhu’nu harekete geçiren ihtilalci...
57 yıllık hayatının “yaklaşık 29 yılını (1893-1922) askerî okullar ve kıt’alar ile fiilen cephelerde savaşarak geçiren” [5] bir askerî lider. On beş yıla yakın bir zaman da devlet başkanlığı.
Allah’ımız Firavun’un karşısındaki Musa’ya “Korkma” demişti. Allah’ım Türklüğün millîDNA’sına da şu emri kaydettirmiş olmalı: “Şehit veya gazi olmaktan korkma. Umutsuzluk ve esirlik sana haram imanlı hücrelerinin mücâdelesiyle kazandığın istiklâl ve hürriyet sana helaldir. ” Bu emrin gereği olan askerî siyasî idarî ve iktisadî savaşlarda milletine önderlik eden muzaffer başkomutan önder başöğretmen.
Saltanat ve hilafet kamburlarından bizi kurtaran millî hâkimiyetin de her tür inancın da milletin hür iradesiyle biçimlenmesinin temelini atan büyük devrimci cerrah.

V
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919-15 Ekim 1927 yılları arasındaki olayları Büyük Nutuk adlı kitapta belgeleriyle ortaya koydu. Büyük Nutuk’ ta 266 vesika ile haritalar ve krokiler vardır. Onun “teşhis” ve “tedavi” anlayışını dünyanın sayılı devrimci siyasal ve sosyal hekimlerinden olduğunu kavrayabilmek için Büyük Nutuk ’un “umûmî vaziyet” ile anlamlı tespit ve yorumların yer aldığı ilk elli sayfasını okumak yeterlidir. Son 70 yılda DEVLETin üst mevkilerinde görev alanların bu kitabı okumamış olmaktan doğan cehaletlerinin tarihe karşı haksızlık etmelerine sebep olduğu açıkca görülüyor. Aydın olan yetki kullanan her vatandaşımız Büyük Nutuk’u okursa Türklük hangi tehdit ve tehlikeler açık ve örtülü taciz ve tecavüzlere maruz kalmış ve Kemal Paşa bunları nasıl yok etmiş daha yakından bilecek bilinçlenecektir.
“Atalarımın ruhu beni vazifeye davet ediyordu” diyerek hakkındaki idam fermanına aldırmayan özgüven duygusu yüksek Mustafa Kemal Paşa...
Amasya Ta’mimi adlı ihtilal beyannamesini yayınlayan önce Millî Meclis’i ardından Millî Mücadele’yi oluşturup işleten Orhun Anıtlarındaki büyük çığlık gibi milletin ”kendisine dönmesini” isteyen Avrupalılık değil Batılılaşma değil çağdaşlaşmayı esas alan vizyonu modernite olan devlet adamı. Bedeni emeği inancı sömürülen sosyal ve kültürel örgüsü çözülmüş yoksul ve yoksun halkı“kul” olmaktan çıkarmak; toplulukları şartlandıran ön yargılarından kurtarmak... Geçici tedbir ıslah ve tanzimler yerine hastalığı tam teşhis eden “salah”ı sağlayıcı inkılâbı yapan dâhi önder. Fikrî siyasî şarlatan “Efruz Bey” tiplilere sıkıyı görünce yer altına akan anut ham yobaz tiplilere rağmen Türk inkılâbını başlatmış demokrasi denemelerine girişmiş lider... Cephelerden tanıdığı milletini Tekâlif-i Milliye Emirleri ile “Millî mükellefiyet” seferberliğine çağıran ihtilâlci. [6] M. K. Atatürk ideal ve ideoloji dünyaya bakış ve dünya görüşü kavramlarının merkezine ‘millî benlik’ ‘millî kimlik’‘millî şuur’ ‘millî hâkimiyet’ kavramlarını yerleştiren bilge önder bilinçli lider.
Halkın dilek istek ve ihtiyaçlarına kulak tıkayan bencil bir merkezî yönetim ile onun her anlamda benzeri ve taklitçisi taşradaki temsilci yöneticiler... Yoksul yorgun on yıllık savaşlar yüzünden yaşama sevincini kaybetmiş bezgin ürettiğini tüketmekten başka gücü ve imkânı olmayan büyük çoğunluk... Bilim ve teknolojinin ışığından habersiz; modern imkânlardan uzak bir köylü ve kasabalı yığını. Örgün eğitim ve öğretimle tanışmamış kadının da hukukî hakkı olmadığına şartlandırılmış sağlık hizmetlerini mutlu azınlığın tanıdığı bir sosyal kültürel ve iktisadî hastalıklar ülkesi... Başta bu hastalıklar olmak üzere Türklüğü ve vatandaşlığı bilinçli bir aitliğe dönüştürmeyi engelleyen birçok musibete teşhis koyup tedavi programlarını başlatan hekim...
M. K. Atatürk kapitalist emperyalizme de komünist emperyalizme de geçit vermeyen; Bedevî-Vehhâbi Müslümanlığı yerine büyük Türk müctehidi Mâtûridi’nin aklı öne alan görüşlerini laik hukuk olarak rejimleştiren; İslâm’ı Arap kültürüyle eşitleyen “hilâfet”le de tapulayan çarpıklığı giderme adımını atan sosyo-politik sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik teşhis ve tedavi konusunda bilgili bilinçli bir hekim. O’nun nasıl bir cerrah olduğunu anlayan öncelikle İngiliz ve Fransız istihbaratçı asker ve diplomatları ile siyasetçileri. [7]
Her liderin kıskançlık ve/veya yeterince anlaşılmamaktan doğan muhalifleri bulunabilir. Farklı düşünmek başka ısrarlı bir şekilde karşıda bulunmak başkadır. [8]
Aralarında her zaman samimi bir dostluk bulunan “kardeşim” dediği Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’ya II. Dünya Savaşı’nın teşhisini yapan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. [9]
Her ülkede özellikle Doğu’lu toplumlarda siyasî erk anlamındaki hâkimiyet/egemenlik nasıl kurumlaşmış olursa olsun o erk odağını kendi çıkarları yönünde biçimlendirmekte ısrarlı olan ticaret ve inanç odakları hattâ suç örgütleri Devletin örtülü ortağı olurlar. Toplulukların duygularını istismar eden sömüren bu odaklar çok ısrarlı ve kılık değiştiricidir. Millî eğitim ve bilinçlenmenin yaygınlığı ve çokluğu millî egemenlik ve bağımsızlığın teminatıdır. Halkın elinden millî hâkimiyeti almak millî benlik ve kimliğe dayanan hukuku işletmez kılmak isteyenlerin ısrarcı inadını biliyordu; O’nun 1923 yılında söylediği bütün zamanlara ulaşan şu veciz çığlığını tekrarlayalım:
“Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız şartsız hâkimiyetidir. Bir milletin hâkimiyetini anlayabilmesi ve onu emniyetle koruyabilmesi bir takım husûsî vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde ictimâî terbiyesinde vatan sevgisinde noksan vardır öyle bir millet hâkimiyetini lüzûmu derecede kuvvetle elinde tutamaz. ”
Her vatandaş başka bir millete bağlılık duygu ve düşüncesi taşımamak; Türklük şemsiyesine bunun gereği ortak paydaya bilinçle sahip çıkmak bu ölçülerle modernitenin imkânlarından yararlanmak zorundadır. Atatürk şehirleşme sanayileşme bilim ışığının önde olması millî benlik ve kimliğine dayanarak yerli ve millî üretimi artırma moderniteyi paylaşma anlayışını ülküleştiren ve ilkeleştiren bilgili kararlı fikrî siyasî lider. [10]
“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen fikren fiilen bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki millî benliğine sahip çıkmayan milletler başka milletlerin avı olur. ” düsturunun anlamını milletine benimseten ataların ruhunu tarihin ruhunu toprağın ruhunu benliğinde yankılatmış olan millî ve milletlerarası boyutlarıyla Cumhuriyet’in kurucusu büyük Türk lideri...
Sekseninci ölüm yıl dönümünde Allah’ıma yakarıyorum:
Allah’ım Libya’da Çanakkale’de İstiklâl Harbi’nde canını ortaya koyan gazilerin ve şehitlerin ruhlarına ve onların komutanları olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhuna Rahmet et… Âmin.

[1]Bilgisine başvurduğum Prof. Dr. Mehmet Akif Tural’a anlattıkları için teşekkür ediyorum.
[2]Prof. Dr. Mehmet Akif Tural’a bu bilgiler için de alenen teşekkür ediyorum.
[3]İbrahim Sadi Öztürk Sevr Anlaşması (Tam Metin- Mondros ve Lozan Ekleriyle) Ank. 2007.
[4] İsmet Görgülü Atatürk’ün Anıları 5. bs. Ank. 2013;
[5] Hikmet Özdemir Atatürk’ün hayatının-ki bu ibâre Özdemir’e aittir- 19 Mayıs 1919’danöncesini ana nirengiler sonrasını da neredeyse günbegün anlatan bir kitap hazırlıyor. 2018 Haziranı’nda kitabın ‘yaklaşık sekiz yüz sayfayı bulduğunu her bilgiyi çeşitli kaynaklardan kontrol ederek yazmaya çalıştığını’ anlattı. Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in bu kitabı başarıyla hazırlayabileceğine ve bir eksiği gidereceğine inanıyorum. Kitabın 2019 yılıMayıs’ına kadar bütünüyle tamamlanmış olarak vitrinlere çıkmasını bekleyenlerdenim. Bu vesileyle tekrarlayayım ki Atatürk’ün biyografisini yazmaya kalkanlar Ş. S. Aydemir’in Tek Adam kitabı ile F. R. Atay’ın Çankaya’sında 10 Kasım 1938’den önceki 19 ayın eksik oluşunu dikkate alarak Hasan Rıza Soyak Ali Fuat Cebesoy ve Afet İnan’ın hatırat nitelikli kitaplarına- bunlar 1950-60 arasında basılmıştır- bakmalıdır; bir de Sherrill ve Melzig’in kitaplarına.
[6]Bu konu için Doç. Dr. Serap Taşdemir’in Prof. Dr. Mehmet Akif Tural ile yaptığı ve Bizim Ayvalık Dergisinin Ağustos-Eylül 2018 sayısında yayınlanan mülâkatın okunmasını dilerim.
[7]O’nun liderliğini 1918-1938 arasında doğru anlayanların büyük çoğunluğu yabancılar.ABD’nin Ankara’da 1932-1933 yılları arasında büyükelçilik yapmış bir general var: Sherrill... O’nun Türkiye’yi ilgilendiren iki kitabından biri devrinin üç büyük siyasetçi devlet başkanını karşılaştırdığı Üç Adam Atatürk- Roosevelt- Mussolini adlı kitap. Sherrill’in kitapları başka dillerde de yayınlandığı için çok önemli. Doğru bilgi içinBüyük Nutuk ve Salahi R. Sonyel’in Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri (1995) ile Hasan Rıza Soyak’ın Hatıralar (1955) adlı eserleri okunmalıdır. Bu üç temel kitabı okumadan konuşanları ALLAH hakkı için ciddiye almayınız. General Sherrill Üç Adam Atatürk- Roosevelt- Mussolini İstanbul 1937; Charles H. Sherrill Mustafa Kemal’in Bana Anlattıkları İstanbul 2007; Charles H. Sherrill Bir Amerikan Büyükelçisinin Gözünden: Gazi Mustafa Kemal İstanbul 2017; Merhum S. R. Sonyel’in Gizli Belgelerde Mustafa Kemal Vahidettin ve Kurtuluş Savaşı(2007) adlı kitabı ile Kaygılı Yıllar: Gizli Belgelerle Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası (1918-1923) adlı (2012) eserleri de okunmalıdır.
[8]Atatürk’ün yaptıklarının arkasındaki ülküleri ve ilkeleri anlamak isteyenler merhum Sadık Perinçek’in başlattığı Kaynak Yayınları adına Şûle Perinçek’in tamamladığı 33 ciltlikAtatürk’ünBütün Eserleri adlı külliyata bakmalıdırlar. Cumhuriyet tarihçisi Hasan Cicioğlu Hoca’dan 2002’dedüzenlediğimiz “Yetmiş beşinci Yılında Büyük Nutuk’u Anlayarak Okumak” konulu” “bilgi şöleni”mizde Atatürk’ün muhalifleri ve muhalefet gerekçeleri konusunda bir bildiri sunmasını istemiştim; hazırladığı metin dinlenilmiş kitaba da almıştık. Sayın Cicioğlu 5. ve 6. UluslararasıAtatürk Kongresi sırasında da diğer iki bildiriyi sunmuştu; onları bir kitapta toplamış: Bk. Doç. Dr. Hasan Cicioğlu Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta Adları Geçen Muhalifleri Muhalefet Gerekçeleri Atatürk’ün Cevabı Gazimağusa 2016.
[9]Atatürk 1938’de Dolmabahçe’de doktorların müşahadesi altındadır. Sevdiklerinin ziyaret taleplerini -doktorlara rağmen- kabul etmektedir. Onlardan biri Ali Fuat Cebesoy’dur. Gazi Paşa’nın Allah’ın lütfu olan zekâsının derecesini gösteren dünya siyasetini doğru okumanın örneği olan tespit ve yorumlarını belgelendiren Cebesoy’a anlattığı teşhisi şöyle:”Fuat Paşa pek yakında dünyanın vaziyeti Mütâreke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci bir büyük harp karşısında kalacağız. Dünyaya hâkim olan milletleri idare edenlerin arasında maatessüf birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. (Hitler ve Mussolini’yi kasdederek)Avrupa’da bir kaç maceraperest Almanya ve İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. (. ) Bu İkinci Umûmi Harp beni yatakta kımıldayamayacak bir halde yakalayacak olursa memleketin hâli ne olacaktır?” Bk. A. F. Cebesoy Siyasî Hatıralar II. Kısım İst. 1960 s. 252; İkinci Dünya Savaşı’nın 70. yılında Mehmet Arif Demirer analitik bakış açısıyla oluşturduğu iki ayrı kitap yayınladı. Atatürk’ün tam isabetli öngörüleri için bk. M. A. Demirer İnönü’den İkinci Dünya Savaşı Ank. 2016 s. 348-355.
[10]Suna Kili Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli 10. bs. 2006; Sinan Meydan Yüzyılın Kitabı Yüzyılın Lideri İst. 2018 adlı eserler ile Peyami Safa’nın 90 yıl önce yazdığıTürk İnkılabına Bakışlar adlı kitapta konuya ilişkin bilgiler vardır. Bk. Mehmet Aksoy’un (“79. Ölüm Yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk Üzerine Sadık Tural ile Röportaj”) Serap Taşdemir’in (“Tarihçinin Baktığı Pencereden”) Halil Özcan’ın(“Okunuşunun 90. Yılında NUTUK Etrafında Sorular”) Halil Gür’ün (“TV Dizilerindeki Tarih Düşmanlığı Üzerine Sadık Kemal Tural İle Röportaj”) yönelttikleri sorular ve cevaplar için bkz. S. K. T. Sorulara Cevaplar -I – 6. bs. Ank. Ekim 2018.

15 Ağustos 2018 Çarşamba

Mehmet Arif Demirer “Yeni Asya’nın Said Nursî etkinliğinde Uysal’ın işi ne?” Kâzım GÜLEÇYÜZ (23 Haziran 2013, Pazar) Kemalist DP’li Mehmet Arif Demirer, “DP Genel Başkanına açık mektup” başlıklı makalesi...

“Yeni Asya’nın Said Nursî etkinliğinde Uysal’ın işi ne?”
Kâzım GÜLEÇYÜZ
irtibat@yeniasya.com.tr
23 Haziran 2013, Pazar
Zaman zaman köşemize konu olan, son olarak 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma Kanunu” için gündeme getirdiği referandum teklifini yansıttığımız (10.1.13) Kemalist DP’li Mehmet Arif Demirer, “DP Genel Başkanına açık mektup” başlıklı makalesinde, Gültekin Uysal’ın, “Yeni Asya Gazetesinin Said Nursî ile ilgili bir etkinliğine tek siyasî parti genel başkanı olarak katıldığını gösteren fotoğrafı gördüğünde duyduğu rahatsızlığı” ifade ettikten sonra şunu sormuş: “Gündeminde Ayasofya’nın yeniden açılması olan o Yeni Asya Gazetesi etkinliğinde DP Genel Başkanının ne işi olabilirdi?” (Anayurt, 10.6.13)
Bir suali de şu: “Menderes’in partisinin 2013 yılında genel başkanı Atatürk’ün müzeye dönüştürdüğü İstanbul Ayasofya binasının yeniden cami olarak ibadete açılmasını mı destekliyor?”
Sekiz gün sonra, bu açık mektubuna Uysal’dan bir cevap alamadığını duyurarak aynı konuya tekrar dönen Demirer, bu defa DP’nin il başkanlarına hitap ettiği makalesinde şunları yazmış: “Demokrat Parti’nin bu kadar kısa bir sürede unutulmuş olması Said Nursî anma toplantılarına katılan DP Genel Başkanı açısından çok üzücüdür. Ne oldu da DP yüzde sıfıra yerleşti? Artık kimsenin aklına alternatif olarak bile gelmiyor? Onun için de, adından bahsettirebilmek için, DP Genel Başkanı Yeni Asya’nın Said Nursî etkinliklerinde baş köşede görüntü veriyor?” (18.6.13)
Bunları aktardıktan sonra biz de soralım:
İlk yazısında DP’nin bu duruma gelmesinden Uysal’ın sorumlu tutulamayacağını belirten Demirer, ikinci yazıda niye Yeni Asya’nın düzenlediği Said Nursî etkinliğini işin içine katarak Uysal’a onun üzerinden yükleniyor. Ne ilgisi var?
DP gibi bir partinin genel başkanının, hele Yeni Asya tarafından düzenlenen bir faaliyete katılması, tenkit değil, tebrik edilmesi gereken bir davranışken, Demirer’in yaptığı, demokratlıkla bağdaşması imkânsız bir çiğlik örneği değil mi?
DP’yi, kendisine yönelik olarak yıllardır süren sistemli toplum mühendisliği projelerine ilaveten, iç hatalar sebebiyle düştüğü durumdan çıkarmanın yolu, en zor şartlarda dahi samimiyet ve kararlılıkla, hiçbir karşılık beklemeden, bedelini de ödeyerek demokrat misyonu savunan Yeni Asya ile arasına mesafe koymaktan mı, yoksa ona samimiyetle kulak vermekten mi geçiyor?
12 Eylül’ün Demirel ve demokrat kadrolarla birlikte bütün liderlere koyduğu siyasî yasaklar, İlnur Çevik’in ifadesiyle, Bediüzzaman’a gönül verenlerin gayretleriyle aşılmadı mı ve bu çabalarda öncülük rolünü Yeni Asya üstlenmedi mi?
Demirel, yasaklı yıllarda Köprü dergisindeki mülâkatlarında Said Nursî’ye yaptığı atıflarla, Yeni Asya’nın düzenlediği Bediüzzaman mevlidine DYP Genel Başkanı olarak gönderdiği telgrafla ve “Said Nursî âlim değildir diyenin alnını karışlarım” çıkışıyla, Başbakanlığında devlet kütüphanelerini Risale-i Nur’a açarak Çankaya’ya çıkmadı mı?
Ve yine (Süleyman) Demirel, 1980’de bir kısmını ibadete açtığı Ayasofya için “Vakfiye şartını yerine getirmek, bizim Fatih’e karşı borcumuz” demedi mi?
Sonuç: Said Nursî’ye, Ayasofya’ya, Yeni Asya’ya sahip çıkmak kimseyi dibe vurdurmaz, tam tersine sahip çıkanın önünü açıp, onu zirveye taşır.

11 Ağustos 2018 Cumartesi

TBMM "TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ" Tutanak Dergisi: Mehmet Arif Demirer "Afyonkarahisar Milletvekili ve Mükalat Vekili (Ulaştırma Bakanı)"

oAna BaşlıkÖzet BilgiCiltBirleşimSayfa
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ -- 10. Dönem
1Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Bursa Mebusu Müfit Erkuyumcu'nun, Denizcilik Bankası Türk Anonim Ortaklığının hangi tarihte kurulduğuna, hisse senetleri ile kâr ve zarar miktarına, personelden kaç kişinin tensikat suretiyle, vazifesine nihayet verildiğine ve verilerine ne kadar yeni müstahdem alındığına ve son zamanlarda yolcu tarifelerine yapılan zamların yüzde miktarı ile sebeplerine dair sualine cevabı
926211
2Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Hariçten satınalınacak buharlı ve motorlu gemilerin memlekette yapılan mümasilleri için getirilecek eşyanın Gümrük Resminden istisnasına dair olan 3339 sayılı Kanunun meriyet müddetinin uzatılmasına dair Kanun münasebetiyle
103375:77 79
3Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Gerze yangınından, Lüleburgaz ve İnece'de su baskınından zarar görenlere yapılacak yardım hakkındaki Kanun münasebetiyle
10471056
4Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Münakalât Vekâleti ile Devlet Hava Meydanları İşletme Umum Müdürlüğü 1956 yılı bütçeleri münasebetiyle
10471097:1100 1102:1103
5Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Münakalât Vekâleti, Devlet Hava Meydanları İşletme Umum Müdürlüğü 1957 yılı bütçeleri münasebetiyle
17481072:1077

2 Ağustos 2018 Perşembe

NAZLI ILICAK Demokrat Parti ve "balans ayarı" -Mehmet Arif Demirer ile konuştum. Demirer, eski DP'li bakanlardan Arif Demirer'in oğlu. Demokrat Parti'de yıllarca Genel İdare Kurulu Üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yağmış; Hem tarihi çok iyi bilen ve hem de günceli dikkatle takip eden çok önemli ve değerli bir bilim insanı.

NAZLI ILICAK
Demokrat Parti ve "balans ayarı" 
Mehmet Arif Demirer ile konuştum. Demirer, eski DP'li bakanlardan Arif Demirer'in oğlu. Demokrat Parti'de yıllarca Genel İdare Kurulu Üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yağmış; Hem tarihi çok iyi bilen ve hem de günceli dikkatle takip eden çok önemli ve değerli bir bilim insanı. Demokrat Parti dönemiyle ilgili her türlü bilgi ve belge, koleksiyonunda mevcuttur. Pazar günü Soner Yalçın'ın kaleme aldığı bir iddiayı sordum kendisine. Yalçın Hürriyet'te "Dün" ile "Bugün"ü mukayese etmek için bir iddia ortaya atmıştı: "Demokrat Parti 6 Haziran'da TSK içinde balans ayarı yaptı. Askerler darbe yapacak diye Türkiye'nin gündemine suni bir olay getirdi. Bu vesile ile Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanı'nı değiştirdi 150 albayı emekli etti."Demirer benim bildiklerimi teyit etti: 
Askerler İsmet Paşa'ya gidip iktidarı teslim etmeme teklifinde bulunmuşlardı. 
Demokrat Parti kurmayları, muhtemel yasa dışı teşebbüsleri önleme maksadıyla bu tedbiri almışlardı.
Daha sonra komuta heyetinin tasfiyesi ile Demokrat Parti'nin Atatürk çizgisinden sapmasının yolunun açıldığı da iddia edildi. Nitekim Soner Yalçın, ezanın Türkçe okunması yasağının kaldırılmasının da aynı döneme denk düştüğünü hatırlatmakta. Oysa, bu yasağın kaldırılması CHP'lilerin de iştirakiyle, oy birliği ile gerçekleşmişti.
Ve 6 Haziran 1950 tarihli Zafer gazetesinden iki manşet haber:
1)Genelkurmay'da mühim değişiklik 
2)Cumhurbaşkanı Bayar dün Başbakan'la Anıtkabir inşaatını tetkik etti.
Anıtkabir inşaatı ilerlemiyordu. Bayar, komuta heyetini emekliye sevk ettiği gün Anıt Kabir'i bazı bakanlarla ziyaret etti. Babam Muammer Çavuşoğlu da, Nafia Vekaleti müsteşarı sıfatıyla orada bulunuyordu " Anıtkabir, 10 Kasım 1953'e yetiştirilecek" talimatını verdi.
Soner Yalçın, "Dünküler iftiraydı; bugün de bir şey yok" demeye getiriyor yazısında.
Ne dünkü iftira idi; ne bugünkü. Hele bugün, silahlar, planlar, andıçlar da ortada. 
Hepsi düzmece mi? İnsaf...

MENDERES ÖYLE İSTEMİŞ! "TAKA GAZETETE.TRABZON" Menderes Hükümetinin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu Mehmet Arif Demirer Trabzon Fatih Mahallesi Muhtarı Zeki Batar’ı aradı. Ardından ise Türk Maarif Vekaleti eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türk Arkeoloji dergisindeki yazıları gönderdi.

MENDERES ÖYLE İSTEMİŞ! 
Menderes Hükümetinin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu Mehmet Arif Demirer Trabzon Fatih Mahallesi Muhtarı Zeki Batar’ı aradı. Ardından ise Türk Maarif Vekaleti eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türk Arkeoloji dergisindeki yazıları gönderdi. 
1962’de müze Buna göre, 1958 yılında Ayasofya Camiinin eski haline döndürülmesi için Adnan Menderes düğmeye basmış ve müze yapılması için çalışma yaptırtmış. 1959 yılında cami olarak ibadet yapılırken bu durdurulmuş ve 1962 yılında da müzeye çevrilmiş.
İyi araştırın Muhtar Zeki Batar, ‘Menderes gibi manevi değerleri güçlü bir merhum Başbakanın yaptığı bu çalışmayı tersine çevirmek doğru değil. Tarih iyi araştırılsın ve Trabzon’a zarar verilecek adımlar atılmasın’ dedi.
ARAYAN İSİM MEHMET ARİF DEMİRER
Trabzon Ayasofya Mahallesi Muhtarı Zeki Batar’ın telefonu çaldı. Arayan isim Mehmet Arif Demirer. Kendisi Menderes hükümetinin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu olarak tanıttı. Ayrıca Anayurt Gazatesi’nin de yazarı. Demirer Fatih Mahallesi muhtarı Batar’ın faksını aldı. Ardından da Ayasofya Müzesi ile ilgili hem yabancı yazar Davi Wınfield’’in yazısını hem de kendisinin 29 Nisan Günü Anayurt gazetesindeki yazısını gönderdi. Türk Maarif Vekaleti eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türk Arkeoloji Dergisindeki yazıları da ulaştırdı. Yazılara göre, 1573 Trabzon’un fethinden sonra cami yapılan Ayasofya müzesi ile ilgili 1958 yılında Menderes’in talimatı ile ‘Aslına döndürülmesi talimatı veriliyor’ bunun üzerine uzmanlar çalışma yapıyorlar ve freksler ortaya çıkarılıyor. 1959 yılında da camide ibadet durduruluyor ve 1962 yılında da müze olarak açılıyor. Ancak Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildiği için bunu göremiyorlar. Turizme ciddi zarar verir Ayasofya Mahallesi Muhtarı Zeki Batar, son yapılmak istenen düzenleme ile ilgili olarak şunları söylüyor: ‘Fatih Mahallesinde eğer bir camiye ihtiyaç varsa bunun öncülüğünü ben yapacağım ve yeni bir cami yapalım. Ayasofya müze olarak kalmalı. Turizm açısından kalmalı, Trabzon açısından kalmalı. Tarihe saygı açısından kalmalı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından alınan bu kararın bir kez daha gözden geçirilmesini arzu ediyoruz.’ (08 Mayıs 2013 Çarşamba 09:49)

1 Ağustos 2018 Çarşamba

Adnan Menderes Demokrasi Platformu Dergisi (28 Ocak 2014) Prof. Dr. İSA KAYACAN (Mehmet Arif DEMİRER)

Adnan Menderes Demokrasi Platformu Dergisi
(28 Ocak 2014)  Prof. Dr. İSA KAYACAN

Dergilerimiz yayınlandıkları süre itibariyle, getirdikleri içerik itibariyle takdir görürler, yaşarlar, yaşatılırlar.
Büyük boy kitap kalınlığında, zenginliğinde, Ankara'da üç ayda bir yayınlanan "Adnan Menderes Demokrasi Platformu" Dergisinin 2013 yılına ait güz dönemine ait özel sayısı, Gazeteci araştırmacı-yazar Mustafa Nevruz Sınacı tarafından bana ulaştırıldı. Teşekkürlerimi sunuyorum öncelikle.
"Özlüyorum seni Aydın efesi" cümlesi, sloganıyla Adnan Menderes fotoğraflarının, görüntülerinin görüşlerinin yer alışı dikkat çekiyor ön kapak ve iç sayfalarda.
Adnan Menderes Demokrasi Platformu Dergisinin masamda bulunan özel sayısı 256 büyük sayfayla, pırıl pırıl bir baskıyla bizimle selamlaştı.
Derginin imtiyaz sahibi: Ahmet Şerif Bayındır,
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Atıf Emre Bayındır,
Genel Yayın Yönetmeni: Hüsnü Kağan Bayındır.
Yayın kurulu var, 4 isim ve imzadan oluşan.
Grafik tasarımı: Ali Kocataş.
Yazışma adresi: Bahçelievler Mhl. Aşkabat Cad. No: 6-2 Çankaya-Ankara.
Gsm: 0532 376 76 91
Onlarca isim ve imza yer alıyor dergi sayfalarında. Bunlardan, birkaçı: İlhan Aytekin, Menderes Türel, Ali Naili Erdem, M. Halit Dağlı, Nazlı Ilıcak, Mehmet Arif Demirer, Mustafa Nevruz Sınacı olmak üzere dergi içerisinde toplam 90 isim ve imza görülüyor.
Bu isim ve imzalardan birer ikişer cümle:
1- Adnan Menderes Allah'a sığınmış halis bir mümin ve sevgi dolu bir gönüller sultanıdır (Ali Naili Erdem)
2– 1950-1960 arasındaki 10 yıllık dönem, benim gibi birçok insana örnek teşkil etmiştir (M. Halit Dağlı)
3– 1950 yılında Türkiye'nin il sayısı 63 idi. 63 ilden yedisinde eczane yoktu. İlçelerin hiç birinde sağlık hizmeti yoktu (Mehmet Arif Demirer)
4- "Dörtlü takrir" konusunda; İnatla, ısrarla, tarihi gerçekleri inkâr, yalan, iftira, bilinçli karartma amaçlı yanlış iddialarla karşılaşırız (Mustafa Nevruz Sınacı)

DERİN TARİH (EYLÜL 2012 - SAYI 6) KAPAK DOSYASI: İZMİR’İ KİM YAKTI? ASIRLIK TARTIŞMAYA YENİ YAKLAŞIMLAR "6-7 Eylül olaylarını kim planladı? Cevabı Mehmet Arif Demirer’in yazısında."

DERİN TARİH (EYLÜL 2012 - SAYI 6) KAPAK DOSYASI: İZMİR’İ KİM YAKTI? ASIRLIK TARTIŞMAYA YENİ YAKLAŞIMLAR
Derin Tarih bu ay “İzmir’i kim yaktı?” sorusunu mercek altına alarak tarihin derinliklerinde sıkışıp kalmış İzmir yangınının deşifresini kapağına taşıyor. Yaşar Aksoy İzmir yangınının Ermeni çeteleriyle bağlantısını, Oktay Gökdemir Amiral Dumesnil’in raporunu, Bestami S. Bilgiç Ermeni mülklerinin sigortalanmasını kaleme alırken; Bernard Lewis, Donald Webster, Lord Kinnos, Richard Robinson, Stanford Shaw ve Heath W. Lowry İzmir yangınıyla ilgili soruları cevaplandırıyor. 13 Eylül 1922’de ne oldu? “İzmir’i Türkler yaktı” ifadesi tarihsel gerçeği yansıtıyor mu? Yunan ordusunun yangınla bağlantısı nedir? İzmir olayında milletlerin suçlanması ne kadar doğru? Perde arkasında Ermeniler mi var? Cevaplar Derin Tarih Eylül sayısında!

Çocuklara armağan!

Geçmişin Büyüsü çocukların okul heyecanına ortak oluyor. Tarih meraklılarına kardeş olan kuşağın temellerini şimdiden atmak için bütün Derin Tarih okurlarına hediye!

BAŞKA NELER VAR!
Çankaya’da bir müze olduğunu biliyor muydunuz? Mustafa Armağan anlatıyor.

Kaşığın tarihini Tolunay Sandıkçıoğlu yazdı.

“Tekkeyi Bekleyen Kahveyi İçer” Mustafa Kara’nın kaleminden.

Milletin hafızasında tarihin önemini Mehmet Çelik anlatıyor.

Harap edilen mezar taşları ve sebillerin hangileri olduğunu bilmek ister misiniz? H. Necdet İşli yazdı.

Adnan Demircan, İslam dünyasının ilk muhalifleri Hâricîleri anlatıyor.

Gılgamış Destanı’nı duyduk ama kimdir bu Gılgamış? Mezopotamya’nın bilge kralını Kürşad Demirci yazdı.

“Oyuncaklar yalnız çocukları değil, büyükleri de yansıtır” diyen Mimar Naim Arnas, bizi oyuncak koleksiyonuna davet ediyor.

Arnavutların tarihî ve gizli maksadını Abdülhamit Kırmızı yazdı.

6-7 Eylül olaylarını kim planladı? Cevabı Mehmet Arif Demirer’in yazısında.

Mûsıkîşinas Mustafa İzzet Efendi’nin hayatına seyrüsefer yapmaya ne dersiniz? Rûhî Ayangil anlatıyor.

Avrupa neresidir? Cennet mi yoksa gâvurların cenneti mi? İsmail Kara yazdı.

Menderes’in son anlarının şahidi Astsubay İsmail Şenyüz’le, infaz ve sonrasındaki gelişmeleri konuştuk.

Kendi ölümüne tarih düşüren şairler kimlerdi? Müjgân Çakır’ın satırlarından.

İngiltere’den Fatih’in topunu geri istiyoruz! Gerekçelerini Salim Aydüz açıklıyor.

Osmanlı’nın savaş mağduru bahtsız camilerini Kahraman Şakul anlatıyor.

Norman Stone yazdı: “İki olimpiyat arasında İngiltere’ye neler oldu?”

Cumhuriyet tarihinin en karanlık siyasî suikastlarından Yahya Kâhya cinayetinin deşifresi, İsmail Akbal’ın kaleminden.

Genç Osman dediğin Hotin yolunda! Tülün Değirmenci yazdı.

Onur Öner’in yazısıyla Osmanlı’nın çok dilli vilayeti Yanya tarihine yolculuk ediyoruz.

Meclis’teki son, Yassıada’daki tek gayrimüslim olan Dr. Zakar Tarver’i Saro Dadyan anlatıyor.

Divan şiiri Türkçenin altın çağı mıdır? Cihan Okuyucu, Talât Sait, Ataol Behramoğlu ve İskender Pala’nın görüşleri ışığında Sami Akbıyık yazdı.

Derin Kitap’ta bu ay: “Resmî tarih-Alternatif tarih maçının skorunu bilen var mı?” Mim Kemâl Öke yazdı.

31 Temmuz 2018 Salı

BİR GEZİNİN ÇOK ÖZEL ANILARI STAR KIBRIS (04.02.2013) Mihrişah SAFA (ÖZEL HABER)

BİR GEZİNİN ÇOK ÖZEL ANILARI
STAR KIBRIS (04.02.2013)
Mihrişah SAFA (ÖZEL HABER) 
50 yıl öncesinin birçok ülkesine dair gözlemlerin yer aldığı kitapta, Mehmet Arif Demirer’in Rauf Denktaş ile abi-kardeş ilişkisi, Hindistan’da tanıştığı Alpaslan Türkeş ile dostluğu da yer alıyor.
50 yıl öncesinin birçok ülkesine dair gözlemlerin yer aldığı kitapta, Mehmet Arif Demirer’in Rauf Denktaş ile abi-kardeş ilişkisi, Hindistan’da tanıştığı Alpaslan Türkeş ile dostluğu da yer alıyor. Bugün 71 yaşında olan Demirer, 1960 yılında bir iddia üzerine tek başına Cape Town – Kahire arasında otostop yaparak ilginç bir seyahat yaşar.. Bir yıl sonra yeniden bu sefer arkadaşlarıyla seyahate çıkan Demirer, bir yandan gezilerini sürdürürken, aklı da Yassaıada’da 27 Mayıs Darbesinden yatan babası dönemin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’dedir.. Daunts Book’da yapılan törenle tanıtılan kitabın kahramanları yıllar sonra Londra’da biraraya gelerek, anılarını tazelediler
Mihrişah SAFA (ÖZEL HABER)
Cambridge’den, yarım asır önce başlayıp, Sovyetler Birliği , Orta doğu, Güney Asya ve Afrika’yı dolaşan, aralarında 21 yaşındaki Türk öğrenci Mehmet Arif Demirer’in de bulunduğu 8 Cambridge üniversiteli gencin gezi anıları 50 yıl sonra kitap haline geldi.

Londra’da Daunt Books’da tanıtımı yapılan “ The Kombi Trail” adlı “bir gezinin çok özel kitabı”, soğuk savaş döneminin Sovyetler Birliği’nden, Azerbeycan’a, Ermenistan’dan Afganistan’a, Hindistan’dan Nepal’e, Doğu Afrika’ya, Mısır’dan Kıbrıs’a 50 yıl öncesinin tarihine , üniversiteli gençlerin gözüyle bakması açısından ayrı bir önem taşıyor..

1957-1961 arasında Cambridge Üniversitesi St Catharine’s College’da “ makine mühendisliği” okuyan bugün 71 yaşında olan Mehmet Arif Demirer, yarım asır yıl önce gencecik bir delikanlı olarak arkadaşlarıyla gerçekleştirdiği 105 bin kilometreyi kapsayan gezisinin , kitabı “çok özel “ hale getirdiğini belirterek, “Bu kitap 20-22 yaşlarında bir Türk gencinin 50 yıl önce yaptıklarının öyküsünü anlatıyor. “ diyerek, kitabın dönemini günümüze taşıdığını belirtiyor.

Kitapla ilgili gazetemize bilgi veren Mehmet Arif Demirer, bir iddia uğruna önce tek başına Cape Town- Kahire arasında otostop yaparak, 20 yaşında Güney Afrika’ya gittiğini , Güney Afrika’da 6 hafta çalışıp, ilginç kişilerle tanıştığını söyledi. Genç Demirer, bir yıl sonra da birisi Bulgar, 6’sı İngiliz Cambridge’de okuyan 7 arkadaşıyla kitaba konu olan maceralı yolculuğa çıkar..

Dönem, soğuk savaş dönemidir.. 8 Üniversiteli genç, kitaba adını veren dönemin meşhur minibüslerinden 2 adet VW Trail ile yola koyulurlar.. Mehmet Arif Demirer bu yolculuğa çıkarken 21 yaşında, yol arkadaşları Bulgar Trayço Belopapski 28, İngiliz Nigel Robertson 23, Tony Thompson 23, Roger Shermin 21, Bob Cox 23, Peter Temple 23, Tim Parkinson 21 yaşındadır..

Mehmet Arif Demirer, Cambridge’den bu seyahata anne ve babasından “ izin “ almadan, sadece “ gidiyorum” diyerek bu yolculuğa çıkmıştı, çıkmasına.. Ancak babası 27 Mayıs Darbesinin mağdurlarından dönemin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer, Yassıada’da hapistedir.. Aklının bir köşesinde annesi ve hapisteki babası vardır..

“Kombi Trail” adlı kitabın öyküsü ve Türk kahramanı bu gezide oldukça ilginç, bir o kadar tehlikeli, dönemin en değişik unsurlarını öne çıkartan yolculuk yaşarlar..

Cambridge Üniversitesinden “ Makine Mühendisi” olarak mezun olan Mehmet Arif Demirer, bu geziyi ve 50 yıl sonra gelen kitabının öyküsünü şöyle anlatıyor;

“- 1960 yılında tek başıma bir iddia ile Afrika’da tek başıma otostop yapmıştım..Cape Town’dan Kahire’ye yola çıkarken biriktirdiğim param cebimdeydi.. O zaman ne ATM makinesi vardı, ne de kredi kardı.. Bir yıl sonra ise ben bu sefer Moskova’da kiliseden çalınmış bir ikon için, özel olarak bu amaçla getirdiği naylon gömlek takası yaparken yakalandım. Bulgar arkadaşım sayesinde o gün için tutuklanmaktan kurtulsam da polis bir yerlere sıvışmamamı tembih etti.. Aksi bir şekilde ertesi gün komaya girdim. Ambulansla beni Gorki hastanesine götürdüler. Anestesisiz ameliyatla ağzımdaki tükürük bezimden iltihap akıttılar. . Hastanede nükleer ışın uygulanma sıgerekiyordu. Ancak gereken yazılı izin gecikmelere neden oldu .. Öte yandan vize nedeniyle çıkış tarihleri yüzünden Kombilerin (VW araçların), Moskova’dan yola çıkmaları gerekmekteydi. Temmuz sonu birinci grup Soçi’ye, ikinci grup ise Kiev, Romanya, Bulgaristanüzerinden İstanbul’a gitmek üzere Moskova’da ayrıldılar.. ..Ben tek başıma Moskova’ya bir hastanede ışın tedavisi beklerken, Rus polisi benim izimi kaybetmiştir.. Herşey olup, biterken babam 27 Mayıs darbesi nedeniyle Yassıada’ya gönderilmiştir. Bu kitap işte bu şartlar altında gerçekleşen bir yolculuğun öyküsüdür.. Bugün Kombi Trail’i gerçekleştiren 8 arkadaştan , Bulgar arkadaşımız dışında hepsi sağdır.. Bu kitabı 2009 yılında Bodrum Yalıkavak’ta, eşlerimizle biraraya geldiğimizde yazmaya karar verdik.. “

NEDEN ÇOK ÖZEL ?
Mehmet Arif Demirer, bugüne kadar 40’dan fazla kitaba imza atmış.. Cambridge’de aynı üniversitede daha sonra yüksek lisans yaparak, makine yüksek mühendisi olan Demirer’e göre, “Kombi Trail’ini özel yapan , 20 yaşlarında bir gencin, anne babasından doğru dürüst izin almadan, “ gidiyorum” diyerek, büyük bir cesaretle önce tek başına, daha sonra arkadaşlarıyla aylarca minibüsle böylesine bir yolculuğa çıkışıdır.. Tehlikeli ortamlar, aşılmaz sarp dağlar, ormanlar, çöller, dağ, nehir, şehir, köy, kasaba demeden bu yolculuk Sovyetler Birliğinden başlar, sırasıyla şu yolu izler..

Moskova, Gürcistan, Azerbeycan, Ermenistan, Gürcistan, Afganistan, Pakistan, Hindistan, İran, Nepal, Seylan, Sri Lanka, Kenya, Tanganika, Uganda , Etiyopya, Sudan, Mısır , Kıbrıs,.. Ve Cambridge’e dönüş..

The Kombi Trail kitabında yer alan gidilen, görülen yerlerin, çocuk, kadın, yaşlıların fotoğrafları o dönemi yansıtması açısından büyük önem taşıyor..

50 yıl önce yaşanan bir öykü, 50 yıl sonra yazılarak, okuyucuyla buluşuyor.
Londra’da Daunt Books’da düzenlenen tanıtım davetine, Mehmet Arif Demirer dışında, vefat eden arkadaşlarından başka kitabın kahramanı 7 arkadaş katıldı.. Ayrıca Londra Büyükelçiliğinden Elçi Müsteşar Fatih Ulusoy, Basın müşaviri Emin Tuğrul, diplomat Yusuf Kenan Küçük de katılanlar arasındaydı..

Kitapta Rauf Denktaş ve Türkeş de var
Mehmet Arif Demirer, Bodrum Yalıkavak’ta yaşıyor.. Bugüne kadar değişik konularda 40 kitap yazdı. Bunlardan 21’i Demokrat Parti ile ilgili.. İlk kitabı “Orakla Çekiç Arasında” 1965 yılında yayınlandı ve müthiş seyahatin Sovyetler Birliği bölümünü anlatıyor.. İngiltere’nin Bodrum Fahri Konsolosu da olan Mehmet Arif Demirer’in kitaptaki anıları arasında KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile Hindistan’da tanıştığı Alpaslan Türkeş de yer alıyor..

Mehmet Arif Demirer, Denktaş ile ilişkisini “ Abi – kardeş” ilişkisi olarak tanımlıyor..”Yakında mektuplarımızı da yayımlayacağım.. Türkeş ile de dost olduk ancak ben MHP’li olmadım.. “ diyor..
Mehmet Arif Demirer’e, 50 küsur yıl önce gencecik bir delikanlı iken nasıl hem tek başına, hem de son derece maceralı yolculuğa cesaret ettiğini soruyorum, yanıtı şu oluyor;

“- Gerek ilk Afrika seyahatime, gerekse büyük seyahate nasıl cesaret ettiğim konusu, kitabi “ çok özel” yapan , bugün benim dahi tam algılayamadığım husus.. Kitapta bunu irdelemeye , analiz etmeye çalıştım.. İlginç genç bir adam bu 20-22 yaşlarındaki Mehmet..”

“Cambridge Kombi Trail- Afro, Asian Expedition 1961” adlı kitap, 50 yıl öncesinin Doğu Asya, Orta Doğu, Afrika’sına ışık tutma açısından hem önem taşıyor, hem de o günleri günümüze getiriyor.

26 Temmuz 2018 Perşembe

Demokrat Parti Kayseri İl Başkanı "İSMET ÖZBAKKAL" Sayın Mehmet Arif Demirer'den mektup var....

SAYIN MEHMET ARİF DEMİRER'DEN MEKTUP
İsmet ÖZBAKKAL, DP Kayseri İl Başkanı

Mehmet Arif DEMIRER <demirer@dp1946.org>

04 Ağustos 2013, Pazar -13:42 (1 saat önce)
Kime: İsmet ÖZBAKKAL, DP İl Başkanı-Kayseri 
Sayın İsmet Özbakkal,
Önce DP Kayseri İl Başkanlığı olarak bir websitesi düzenlemiş olduğunuz için  kutluyorum.
Önemli bulduğum iki  hususa değinmek istiyorum:
1.       “ATATÜRK’ün İzindeyiz” beyanı ile genel olarak Genel Başkanınızı bağrınıza basan tutumunuz çelişkili. Genel Başkanınız, DP geleneği ile hiç bağdaşmayan açıklamalar yapmaktadır: ATATÜRK’ün Müzeye dönüştürdüğü Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması gibi.
2.       Sitenizdeki ‘Baba Ocağı’ başlıklı yazıda önemli eksiklikler ve ilke hataları vardır: Bayar’ın ATATÜRK’ün son başbakanı olduğu adeta gizlenmiştir. 1937 yılı anlatılırken başbakan değişikliği (İnönü’den Bayar’a) vurgulanmalıdır. DP’yi kuran ve Genel Başkan olarak Tek Başına İktidar’a taşıyan Bayar’dır. DP’nin “Meclis’teki İkinci Gruptan nüvelenmiş”  olduğu iddiası yanlış ve tehlikelidir. İkinci Grup Mustafa Kemal ve devrim karşıtı kişilerdi.   
Menderes Hükümeti’nin 31.7.1959’da AET’ye başvurduğu bilgisi önemli ama AET’nin cevabı eksik. Bkz 12 Eylül 1959 tarihli Cumhuriyet.   
Kayseri’yi ilgilendiren Türkiye’yi 27 Mayıs’a götüren Yeşilhisar Olaylarını mutlaka sitenize alınız.  Bu Olaylar hk bkz. kapağı ekli kitap: 27  Mayıs Masallar ve Gerçekler.
Saygılarımla  
NOT: Genel Başkan’a Açık Mektup 10.6.2013, İl Başkanlarına Açık Mektup 18.8.2013 günleri ANAYURT Gazetesinde yayımlanmıştır. Dost Acı Söyler, örneği.
***
DEMOKRAT PARTİ'NİN KADİM VE SAYGIN MENSUPLARINDAN; UZUN SÜRE GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI GÖREVİNDE BULUNMUŞ MEHMET ARİF DEMİRER BEY'İN GÖNDERDİĞİ ÖNERİ, KATKI, BİLGİ VE BELGELER:

DEMOKRAT PARTİ GENEL BAŞKANINA AÇIK MEKTUP
Sayın Gültekin Uysal,
Hemşeri olmamızın ötesinde eşiniz babamın Cemile Ablası’nın torunu ! İlk tanıştığımızda (DYP Genel Başkan Yardımcısı idiniz.) “Partiniz, Demokrat Parti’yi hiç tanımıyor. Cumartesi günleri bir dizi bilgilendirme konferansları düzenleyelim. Hiç olmazsa Ankara ve ilçelerinin parti yöneticilerine Demokrat Parti tarihi hakkında bilgi sunmuş oluruz” diyerek on sekiz konferanslık bir program önermiştim. Önerim cevapsız kalmıştı.
Yine bir öneri ile sesleniyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu kaotik ortamı değerlendirmek ve DP’nin misyonu olan Güçlü Merkez Sağı yeniden oluşturmak amacı ile derhal olağanüstü bir Kongre ilan ederek (Bn. Çiller ve Mesut Yılmaz dışında) herkesi partiye davet ediniz.
STAR Gazetesi’nin 6.6.2013 günü birinci sayfasındaki fotoğrafa (Menderes – Özal ve Erdoğan) uzun uzun bakınız. Özal’ın, Menderes sevgisi ve saygısı dışında Menderes’e hiç benzemeyen özellikleri vardı. Erdoğan ise ne Menderes ne de Özal ile ortak özellikleri olan bir politikacı. STAR’ın fotoğrafı, Erdoğan’ın “Benim % 50 oyum var” mesajını pekiştirmeye yönelik bir dezenformasyon unsuru. Çünkü, yüzde elli oyun tamamı O’nun değil.
Erdoğan’ın % 50 oyunun en az % 60’ı bizim, Menderes’in oyu. Bu oyun sahibi, laik Cumhuriyet’e ve ATATÜRK’e saygılı, seçmenler Erdoğan’ın son söylemlerinden (13 Nisan 2013: “Bizim her meselede yegane referansımız Kuran-ı Kerim’dir”) son derece rahatsızlar. Tıpkı benim sizi Yeni Asya Gazetesi’nin Said Nursi ile ilgili bir etkinliğine tek siyasi parti genel başkanı olarak katıldığınızı gösteren fotoğrafı gördüğümde rahatsız olduğum gibi. Gündeminde Ayasofya’nın yeniden açılması olan o Yeni Asya Gazetesi etkinliğinde DP Genel Başkanı’nın ne işi olabilirdi? Herhalde bilmiyorsunuz, babamın da üyesi bulunduğu Dördüncü Menderes Hükümeti 1957 yılında Trabzon Ayasofya Camiinin kapatılmasına yönelik uluslararası bir fresk restorasyon çalışması başlatmıştı? Bu çalışma nedeniyle 1959 yılında kilise binasından dönüştürülmüş Ayasofya camii ibadete kapatılmış, binanın bulunduğu Fatih Muhtarlığında İslami mimariye uygun doğru dürüst bir Fatih Camii yapılmış ve ibadete açılmıştı. Ortodoks kilise binası ise 1964 yılından beri, 49 yıldır, müze.  
Ortodoks Rum’un yaptığı binayı müzeye dönüştüren Menderes’in partisinin 2013 yılında genel başkanı ATATÜRK’ün müzeye dönüştürdüğü İstanbul Ayasofya binasının yeniden cami olarak ibadete açılmasını mı destekliyor? Sultanahmet Meydanında cami açığı mı var?
Sayın Gültekin Uysal,
Başbakanın seçmenlerinin büyük çoğunluğu (yarıdan çok fazlası) Demokrat Parti yerlerde süründüğü için AKP’ye oy verdi. Bu durumun sorumlusu siz değilsiniz. Dolayısı ile DP Genel Başkanı olarak (büyük bir onur aynı zamanda büyük bir sorumluluktur) kerhen AKP’ye oy veren DP seçmenlerini geri kazanmak amacı ile önce un ufak olan partiyi büyütmek için kapılarını herkese açınız. DP çizgisinin tüm kilometre taşlarını bizzat arayarak davet ediniz.
AKP, 2014 yılında bir erken seçime gidebilir. Son gelişmelerden sonra AKP’den uzaklaşmak isteyen Merkez Sağ (DYP  + ANAP) eski seçmenleri, Nazım Hikmet sevdasından kendi kurtaramayan Milli Merkez’e de yönelemeyeceklerine göre, yine şaşırıp kalacaklardır. İşte onlara, “Sizlerin eviniz burasıdır, Demokrat Parti’dir. Bakın bizler, partiyi yeniden ayağa kaldırmak için, bir araya geldik, aramızdaki küskünlükleri unuttuk ve Türk Milleti için, 1950 yılında olduğu gibi, yegane adresin Demokrat Parti olduğunu ilan ediyoruz. Arkamızda Bayar, Menderes, Demirel ve Özal’ın deneyimleri var” diyebilmek için olağanüstü kongreye bir gün gecikmeden gidiniz. Bunu yapmaz, bu fırsatı kullanmazsanız, sizi affetmeyeceğim.
DEMOKRAT PARTİ İL BAŞKANLARINA AÇIK MEKTUP
DP Genel Başkanı Sn Uysal’a 10 Haziran 2013 tarihli Açık Mektubum eklidir. (yukarıdadır)
Bu mektuba herhangi bir cevap almadığımı üzülerek açıklamak zorundayım.
15/16 Haziran 2013 gecesini hep birlikte yaşadık. Ben olayları Oxford’da internetten izledim.
Bir yanda Sincan’da “Sandık” diye haykıran Başbakan, öte yanda O’nun polisinin, açılışını 1956 yılında Menderes’in yaptığı Divan oteline, can havliyle kaçışan T.C. vatandaşları.
Görüntüler, Amerikan filmlerinde teröristlere vahşice saldıran polisleri anımsatıyordu.
Gelin, Başbakan’ın sandık çağrısı üzerinde biraz duralım.       
2009 – 2011 yıllarında yazdığı köşe yazıları ile DP yönetimini rahatsız eden köşe yazarı Sabahattin Önkibar, AYDINLIK Gazetesi’nde 12 Haziran günü AKP’yi Alaşağı Etmenin Tek bir Yolu Var başlıklı yazısında şu tespitleri (tümüne katılmadığım) yapmış:
“AKP Sol’dan değil, Sağ’dan yıkılır. (Buna katılıyorum)
“Bunun için olması gereken Merkez Sağ’da Milliyetçi-Muhafazakar karakteri baskın olan yeni bir oluşuma gidilmelidir.
“Milli Merkez oluşumu çalışmaları var ya?
“… Milli Merkez laik karakterlidir yani muhafazakar eksenli bir hareket değil, dolayısı ile o tür bir oluşum ile AKP’yi geriletmenin imkanı yoktur. (Buna katılmıyorum)
“Milli Merkez partileşse bile Merkez Sağ’da AKP’den oy koparacak Özal’ın ANAP’ına benzer bir parti gerekiyor.”  (Buna da katılmıyorum)
Önkibar’ın aklına Özal’ın ANAP’ı geliyor da Bayar-Menderes-Demirel çizgisinin Demokrat Parti’si gelmiyor. Üstelik, 2009 yılında ANAP, Kongre’de fesih kararı alarak Demokrat Parti’ye katılmıştı.
Bu durum, (Demokrat Parti’nin bu kadar kısa bir sürede unutulmuş olması)  Said Nursi anma toplantılarına katılan DP Genel Başkanı açısından çok üzücüdür. Kendisine, “DP Genel Başkanlığı büyük onur ve büyük sorumluluktur” dedim. Bu, hepimiz, hepiniz için geçerli.
Şu soruyu her Demokrat Partili sormalı ve cevabını düşünmelidir: Başbakan nasıl oluyor da sandıktan bu kadar emin konuşabiliyor, “Benim yüzde ellim var”diyebiliyor?
Erbakan’ın en yüksek oyu % 21 idi (1995). Ne oldu da bu kadar kısa bir sürede % 21 oy % 50 oldu ve aynı zaman aralığında Demokrat Parti yüzde sıfıra yerleşti? Artık kimsenin aklına alternatif olarak bile gelmiyor? Onun için de, adından bahsettirebilmek için, DP Genel Başkanı Yeni Asya’nın Said Nursi etkinliklerinde başköşede görüntü veriyor?
15/16 Haziran gecesinden sonra çok değişik bir Türkiye’de yaşayacağız. Başbakan’ın yüzde elli diye hesapladığı (çantadaki keklik sandığı) oyunun her gün eriyeceği bir Türkiye’de. 
Başbakanın hesabının, çok yanlış olduğunu gösterebilmek için sizleri, DP’li olmanın sorumluluğunun idraki içinde, mümkün olan en kısa sürede Olağanüstü bir Kongre toplanması için Genel Merkez’e çağrı yapmaya davet ediyorum.
Mehmet Arif DEMİRER // Oxford, 16 Haziran 2013

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Adnan Menderes Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi "Türk Tarihinde Adnan Menderes" Sempozyumuna Kabul Edilen Katılımcılar (.... MEHMET ARİF DEMİRER)

Adnan Menderes Üniversitesi
Araştırma ve Uygulama Merkezi

"Türk Tarihinde Adnan Menderes" Sempozyumuna Kabul Edilen Katılımcılar

Prof. Dr. Bülent ÖZDEMİR - Prof. Dr. Cemil KOÇAK

Prof. Dr. Cihat GÖKTEPE - Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI

Prof. Dr. Kurtuluş KAYALI - Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI

Prof. Dr. Osman AKANDERE - Prof. Dr. Saime YÜCEER

Prof. Dr. Tayyar ARI - Doç. Dr. Adem EFE

Doç. Dr. Fahri SAKAL - Doç. Dr. Kerem KARABULUT ve Dr. İsmail BALDIZ

Doç. Dr. Lütfiye ASGARZADE - Doç. Dr. Mehmet DEMİRYÜREK

Doç. Dr. Mustafa TEKİN - Doç. Dr. Sabit DUMAN

Doç. Dr. Süleyman İNAN - Doç. Dr. Tanel DEMİREL

Yrd. Doç. Dr. Adil Adnan ÖZTÜRK ve Doç. Dr. Sultan BAYSAN

Yrd. Doç. Dr. Bedrettin KOLAÇ - Yrd. Doç. Dr. Caner IŞIK

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ŞEYHANLIOĞLU - Yrd. Doç. Dr. İhsan TAYHANİ

Yrd. Doç. Dr. İbrahim BOZKURT - Yrd. Doç. Dr. Mustafa ALBAYRAK

Yrd. Doç. Dr. Müslüme GÜNEŞ -  Yrd. Doç. Dr. Pınar YELSALİ PARMAKSIZ

Yrd. Doç. Dr. Türkan BAŞYİĞİT - Arş. Gör. Dr. Seher BOYKOY

Dr. Murat METİNSOY - Bilim Uzmanı Fariz YUNUSLU

Okt. Dr. Gülben MAT - Okt. Mehmet Serkan ŞAHİN

Okt. Muzaffer BAŞKAYA - Menderes AKDAĞ ve Yrd. Doç. Dr. Günver GÜNEŞ

Serbest Editör Bedriye AKTAŞ - Gürkan AVCI

Mehmet Arif DEMİRER

Meral HALİFEOĞLU - Ömer ÖZCAN

Mustafa KILIÇ "Türk Havacılık Tarihi'nin tozlu sayfalarını aralıyor...."




Mustafa Kılıç
Türkiye’deki Polonyalı havacılar
Türkiye’nin havacılık tarihini gerçek anlamda incelemeyi istediğinizde hemen ulaşabileceğiniz kaynak kitapları bulabilirsiniz. İçlerinde gerçekten emek verilmiş ve dikkate alınması gereken güzel çalışmalar ise sayılıdır.
Ancak son günlerde keçinin Abdurrahman Çelebi olması misali tarih kitapları hızla yayılmaya başladı. Üç beş kitabı önüne açıp yeni kitap yaratma çabaları maalesef pirim yapar oldu. İşin trajikomik yanı ise televizyonda toplama bilgileri bile savunamayacak durumlara düşen tarihçilerimiz var.
Amacım kişisel çatışmalara girmek değil, sadece havacılık tarihimizi inceleyenlerimizin artık disipline olması gerekliliğini vurgulamak. Burada en büyük görev ise kurum ve kuruluşlara düşmekte. Yetkinliği olmayan kişilerin, dost ilişkileri sayesinde bilgi kirliliği yaratmalarının önüne geçme zamanı çoktan geldi.
Havacılık tarihimiz ile ilgili birçok konu gizemini korumaya devam etmekte. Gerçekte yapılması gereken, iyi araştırmacıların bu konulara el atması. Bu yazımda üzün süredir gündeme getirmeyi istediğim bir konuyu paylaşmak istiyorum. Türkiye’deki Polonyalı havacılar.
KİTAPLARDAKİ POLONYALI HAVACILAR
Türkiye’deki Polonyalı havacılık mühendislerini ilk kez Sayın Tuncay Deniz’in Türk Uçak Üretimi adlı kitabında okudum, çok detaylı bilgiler olmasa da araştırmaya başlamam için yeterli ışığı yakmıştı bende.
Daha sonra rahmetli Şükrü Er hocamın makalesinde aynı konuya rastlayınca, kendisini birçok soru ile bunalttığımı hatırlıyorum. Sayın Osman Yalçın’ın kitabında yabancı havacılık mühendislerinin hangi ülkeden olduğunu vurgulamadan bahsedilmektedir.
Hocam Bahattin Adıgüzel, Gökteki Venüs kitabında ise Emrullah Ali Yıldız’ın anılarına dayanarak Polonyalı mühendislerden söz etmektedir. Son olarak, Sayın İsmail Yavuz’un kitabında THK Uçak Fabrikası ile ilgili bölümünde Polonyalı mühendisler hakkında hiçbir bilgiye ulaşılmamaktadır. Toparlarsak Türkiye’de Polonyalı havacılar konusu bir sır perdesinin arkasındadır.
Geçen yıllarda havacılık tarihimizin tekrar irdelenmesi ve yeni çalışmalar ile gün yüzüne çıkardığımız bilgilerle kaynak bir kitap çalışmamız oldu. Bu konuyla ilgili olarak yaptığımız toplantılarda tartıştığımız konulardan bir tanesi de Polonyalı havacılık mühendisleri idi.
Bu konuda çalışma grubu arkadaşlarım ayrı ayrı incelemelerde bulundular. Ben özellikle THK tarihini direkt olarak ilgilendirdiğinden bu konuya ayrı bir özen gösterdim. Sonuç olarak henüz grup kitabımızı hazır hale getiremesek de birçok yeni bilgiye ulaşmış olduk.
Grubumuzun liderliğini ise çok değer verdiğim büyüğüm Sayın Yük. Müh. Mehmet Arif Demirer üstlenmişti. Kendileri bu özel konu ile yakından ilgilenerek ferdi bir çalışma sonrası bilgilerini kitaplaştırdı. Havacılık tarihimizin bilinmeyen bu önemli bölümü için kaynak bir eser ortaya çıkmış oldu. Bu kitap ile ilgili paylaşımımı yazımın sonuna bırakmak istiyorum.
Şimdi sizlere yaptığım araştırmalarda yer alan Polonyalı havacılık mühendislerinin Türkiye’deki serüvenlerini kısaca özetlemeye çalışayım.
10 HAZİRAN 1940; TÜRK HAVA KURUMU YÖNETİMİNİN BAŞBAKANLIĞA VERDİĞİ RAPOR

Polonya’nın Almanlar tarafından işgali üzerine memleketimize iltica eden R.W.D. Tayyare Fabrikası mühendisleri 1940 yılında THK Başkanlığına müracaat ederek Türkiye’de bir havacılık sanayi kurmayı teklif etmişlerdir. Bu teklifleri kurum başkanlığınca 10 Haziran 1940 tarih ve 722/10608 sayılı yazı ile yüksek başkanlığa (Başbakanlık) arz etmişlerdir.
Başbakanlık 13 Haziran 1940 tarih ve 6-854 /2628 sayılı yazı ile Polonyalı mühendisler tarafından verilen bu teklifi incelemek üzere Milli savunma Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Ekonomi Bakanlığı ve Türk Hava Kurumu mümessil ve mütehassıslarından ibaret bir komisyon teşkil etmiştir.
14 MAYIS 1941 MÜH. JERZY WEDRYCHOWSKİ’NİN BAŞVURUSU
Bay Başkan; Etimesgut 14 Mayıs 1941
Gayesi, Türkiye’de tayyare mühendisliği tahsilini istihdaf eden kurs teşkilatına ait bir projeyi ilişik olarak takdim etmekteyim. Muhtıramızdan da anlaşılacağı üzere, Türk Hava Kurumu tarafından istihdam edilen mühendislerin müzahereti (desteği) bu projenin tahakkukuna tamamen kâfi gelecektir. Ancak bu maksat için, Fransa’yı terk eden ve halen Türkiye’ye doğru yolda bulunmakta olan mühendislerin de mesai birlikleri meşrut (şartı ile) bulunmaktadır.
Böyle bir kursun elzem olacağını mülahaza(düşünce) etmekteyiz, çünkü biz Türk havacılığı ile olan mesai birliğimizi bir veya birçok tip tayyareli bir istihsal (üretmek) ile tahdit etmek istememekteyiz. Birinciden daha az ehemmiyetli olmayan diğer bir gaye de işimizi devam ettirecek olan halefleri yetiştirmektir. Bunların sayesinde Türk havacılığı, her bakımdan kendisine kâfi gelecek tamamen Türk bir personele sahip olacaktır.
Projemiz tasvibinize (onama) mazhar olduğu takdirde, teferruatı ihzar etmek ve mufassal (Ayrıntılı) bir tedris programı hazırlamak ile meşgul olacağız.
En derin saygılarımızın kabulünü rica ederiz, Bay başkan.
Ek’ler:
Türkiye’de Tayyare Mühendisliği Tahsili:
Türkiye’de yeniden kurulan tayyare fabrikalarındaki mühendislik mevkileri, bugünkü vaziyet altında hemen hemen, ecnebi mühendisler tarafından işgal edilmiştir. Türkiye’nin bu sahada mütehassıs mühendislerden kâfi bir miktara henüz sahip olamayışından ileri gelmektedir.
Bütün bunlar muvakkat (geçici) olarak nazari itibara alınması icap edeceğinden yeni tayyare fabrikalarında işe başlayabilecek Türk mühendislerini mümkün mertebe acele olarak yetiştirmek pek elzem görünmektedir.
Halen Türkiye’de çalışmakta olan Polonyalı mühendislerden birçoğunun Varşova ve Lwow’da, iki Polonya Politeknik Mektebinde kurs vermiş oldukları ve akademik tedris sahasında geniş bir tecrübeye sahip oldukları keyfiyeti göz önüne alınacak olursa Türk mühendis mektebinde havacılık kursu teşkilatının mümkün olacağı görülür.
Bu kursların programı bir tayyare mühendisi için asgari bir lüzum, fakat ihtiyacı için tamamen kâfi gelecek bir lüzum olarak telakki edilmesi icabeden aşağıdaki spesiyaliteleri ihtiva etmektedir:
Aerodinamik
Uçuş Mekaniği
Tayyare İnşaatı (Statik, mukavemet)
Tayyare İnşaatı (Tayyare planları)
Motör İnşaatı
Hava Seyrüseferi ve Meteoroloji
Borda Aletleri
Teçhizat (Telsiz, silah, fotoğraf, vs.)
Havacılık Malzemelerinin Teknolojisi. Konferanslar dışında talebeler ameli eksersizlere de iştirak edecekler ve bu eksersizler esnasında, kursları vermekle tavzif (görevli) edilenlerin nezaretleri altında olmak üzere tayyare hesapları ve resimleri yapacaklardır.
Böyle bir esas üzerine teşkil edilecek kurslar, Türk mühendis mektebinde bir havacılık şubesinin başlangıcı olarak telakki (kabul) olunabilir. Bu kurslar, mektebin son iki sene programı arasına girecek ve böylece, iki senelik bir müddet içinde, memlekette tahsil görmüş mühendislerin ilk partisi Türk endüstrisinde çalışabilecek ve yabancı mühendislerin yerlerine tercihen geçebileceklerdir.
Bu kurslara iştirakin, modern laboratuvarlara ve vakitlerini tedrisata hasreden müteaddit (çeşitli) profesörlere malik ecnebi memleketlerde bir mektepte yapılacak etütlere muadil olacağı mülahazası varit olamaz. Bununla beraber, harp vaziyeti dolayısıyla önümüzdeki seneler içinde Avrupa memleketlerinde bir tahsilin imkânsızlığı göz önüne alınacak olursa, teklif edilen kursların Türk tayyare mühendisi yetiştirmek hususunda yegâne çare olacağı neticesine varılır.
Eğer, bir aerodinamik enstitüsü, tayyare ve sair motörler için bir tecrübe Laboratuvarı gibi elzem tesislerin organize edilmesi imkânı da bulunacak olursa, Türk Mühendis Mektebinin birkaç sene içerisinde bir havacılık şubesi ile tamamlanacağı ümidi pek katileşir.
Hususi kursların verilmesi ile tavzif edilecek Polonyalı mütehassısların isimleri ilişik cetvelde gösterilmiştir.

KURS VERMEKLE GÖREVLENDİRİLEBİLECEK POLONYALI UZMANLAR;
Prof. Muavin Müh. Rogalski Aerodinamik veya Müh. Janik
Mühendis Teisseyre Uçuş Mekaniği
Mühendis Duleba Tayyare İnşaatı (Statik, Mukavemet)
Mühendis Anczutin Tayyare İnşaatı (Tayyare planları)
Mühendis Dzıewonskı Motör İnşaatı veya Müh. Belkowski
Mühendis Lewczuk Hava Seyrüseferi ve Meteoroloji
Mühendis Romer Borda Aletleri
Mühendis Rogalski Teçhizat (Telsiz, silah, fotoğraf vs.) ve diğerleri
Mühendis Janıszewski Havacılık Malzemeleri
Mühendis Tuszynski Teknolojisi ve diğerleri
Etimesgut- 13 Mayıs 1941
Polonyalı mühendisler tarafından verilen bu teklifi inceleyen Milli savunma Bakanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı, Ekonomi Bakanlığı ve Türk Hava Kurumu yetkilileri Türk Hava Kurumu Uçak Fabrikası adı altında Etimesgut Türkkuşu yerleşkesi içerisinde bir uçak fabrikası kurulmasını onaylarlar. Fabrikanın tüm kontrolü THK’nin elinde olacak şekilde bir teşkilatlanma da bu plana dâhil edilir.
5 / 8 HAZİRAN 1942 THK 8. BÜYÜK KONGRE
Şükrü Koçak 3. kez THK Genel Başkanı olmuştur. 8. Büyük Kongre kitapçıklarında 1941 ve 1942 yıllarında yapılan faaliyetlerin anlatıldığı bölümlerde uçak fabrikası ile ilgili şu notlar dikkatimizi çekmekte.
A - Etimesgut atölyesinin fabrika haline konulması:
Vaktiyle Akköprü’de elverişsiz bir binada 70 kişi ile çalışan atölyemizde, bu gün 113 mühendis ve teknisyenle 221 işçi vazife başındadır. (Toplam: 334 kişi)
Fabrika ilk iş olarak İngiltere’den alınan lisansla “Magister” okul tayyarelerinin seri olarak imalatına başlamıştır. İlk 10 tayyarelik serinin bitirilebilmesi için İngiltere’den gelecek motor ve malzeme beklenmektedir.
Fabrika etüt bürosu 10 kişilik bir askeri taşıt planörünün projesini hazırlamış ve ilk planörün gövde montajına başlanmıştır. Etüt bürosunda 38 mühendis ve teknisyen çalışmaktadır.
Fabrika aynı zamanda Hava Kuvvetlerinin revizyondan geçecek tayyarelerinin onarım işlerini de üzerine almış ve 1 Mart 1942’de PZL tayyarelerinin tamirine başlanmıştır.
B - Uçak Motor fabrikası:
Uçak motor fabrikasının kurulması çalışmalarında 3 mühendisten oluşan bir büro çalışmaktadır.
Fabrikanın amacı: şimdilik mektep tayyarelerinin motorlarını memlekette meydana getirecek bir Fabrika kurmaktır.
Bu fabrikaya gerekli malzemelerin ilk etapta yurt dışından getirilmesi ve yavaş yavaş yerli malzeme kullanılmaya başlanılması düşünülmektedir.
Motor fabrikasını bütün plan ve projeleri hazırlanmıştır.
Tezgâhlar geldiği an işe başlanılacak durumdadır.
Fabrikanın eleman ihtiyacını karşılamak için Maarif Bakanlığı ile bir anlaşma yapılmış ve Ankara Sanat Okulu son sınıf talebelerinin bir kısmı, hazırlanan programa göre yetiştirilmeye başlanmıştır.
C – Yerli hammadde:
Tam ve ileri bir hava endüstrisi kurabilmek ve kaynaklarımızı başka milletlerin pazar vaziyetinden kurtarmak için tayyare ve motor endüstrisinde kullanılan ham maddelerin yurt içinden elde edilmesi yolundaki çalışmalar çok ilerlemiştir.
Karabük fabrikasına deneme amaçlı ısmarlanan 10 ton kadar levha halindeki ve yuvarlak çubuk şeklindeki demirler mukavemet deneylerinden geçirilmektedir.
Dursunbey ormanlarından kestirilen çam ağaçları biçtirilmeye başlanmıştır. Bugüne kadar yurt dışından getirilmekte olan ağaç bundan sonra kendi olanaklarımızla karşılanmaya başlanacaktır. Kontrplak için fabrikalar ile işbirliği yapılmasına çalışılmaktadır.
D – Yardımcı endüstri:
Tayyare inşaatında kullanılan emayit, boya, vernik ve yapıştırıcı maddelerle yardımcı kimyevi maddelerin yurt içinde hazırlanması girişimleri olumlu sonuç vermiştir.
Kimya laboratuarında ayrıca plastik malzeme üzerinde de incelemeler yapılmaktadır.
Önümüzdeki yıl bu tesisler birer teknolojik laboratuar haline konulacaktır.
E – Aerodinamik tünel:
Tayyareciliğin en önemli ihtiyaçlarından biri olan aerodinamik tünelin kurulması için İsviçre ile yapılan görüşmeler bir sonuca bağlanmak üzeredir. Makineler ve malzeme gelince inşa işine başlanacaktır.
HEP DESTEK, TAM DESTEK
THK yönetim kurulu, Genel Başkan Şükrü Koçak’ın önemle üzerinde durduğu THK uçak fabrikası ile ilgili her türlü desteği ve kolaylığı sağlamakta sonsuz gayret sarf etmiştir. Bu açıdan bakıldığında Polonyalı mühendislerin oldukça şanslı olduğu söylenebilir. Rahat çalışma şartlarının sağlanması sonrası işlerin hızla ilerlemesi THK yönetimini sevindirmektedir. Polonyalı mühendislerin tek sıkıntısı memleketlerinde bıraktıkları ailelerine yeterli yardımı gönderememeleridir. Bu sorunu da THK Genel Başkanı Şükrü Koçak Başbakanlığa bir yazı göndererek gereken izni alarak çözer. Burada ileride araştırmacılara başlangıç noktası olması isteğiyle bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bence THK Gn. Bşk. Şükrü KOÇAK havacılık sanayisi açısından özenle incelenmelidir. THK ya giriş yılından, başkanlık yaptığı dönem sonuna kadar ilginç ipuçları ortada durmaktadır. Kendi için yaptırdığı konuttan ve evindeki yabancı uyruklu bakıcının iznine kadar araştırılması gereken birçok konu sır gibi durmaktadır.
TÜRK HAVA KURUMUNUN POLONYALI MÜHENDİSLERİ
1. Başkan Wedrychowski, 13 Mayıs1941 tarihli yazısı ile İstanbul Yüksek Mühendis
Mektebinde Tayyare Mühendisliği şubesi açılmasını önermiş ve kurs vermekle görevlendirilebilecek 9 arkadaşını belirlemiştir.
2. Türk Hava Kurumu’nun 16 Ekim 1942 tarihli yazısına göre o tarihte Kurumun uçak fabrikasında 28 Polonyalı çalışmakta idi. Tabloya göre ise 27 kişi olması gerekiyor.
3. Dziewonski (18.6.1945 tarihli) ve de Lippa, Kosman ve Zemla (18.5.1946 tarihli) ile ilgili ve adlarının belirtildiği 2 Bakanlar Kurulu Kararnamesi (BKK) vardır.
4. 36 kişi arasında PZL kökenli 6 kişi vardır.
POLONYALI MÜHENDİSLERE YAPILACAK YARDIM
THK Fabrikalarında çalışmakta olan Polonyalı Mühendisler, işgal alında yaşayan ailelerine yiyecek yardımında bulunmaları için yetkili makamlardan yardım istemektedirler. THK yönetimi bu isteği Başbakanlığa iletmiştir.
Yüksek Başvekilliğe 11. Temmuz. 1942
Hava Kurumu teşkilatında çalıştırılmakta olan Polonyalı mütehassıslar Alman işgali altındaki memleketlerinde geçim sıkıntısı içinde bunalmış, perişan halde bulunan ailelerine her ay bir miktar yiyecek göndermelerine müsaade olunması istirhamında bulunmaktadırlar.
Memleketimize karşı iyi duygular besleyen ve hizmetlerinden memnun bulunduğumuz bu yabancılara, şimdiye kadar her ay göndermekte oldukları yiyecek paketlerinin yerlerine pek geç varması yüzünden bunların muhteviyatını teşkil eden bazı yiyecek maddelerinin bozuk ve dolayısı ile yenmez bir halde ellerine geldiğini, ailelerinin yazılarına atfen ifade ettiklerinden kendilerinin bundan sonra, diğer yiyecekler yerine, her ay iki kilo zeytinyağı, bir kilo pirinç, bir buçuk kilo bal ve yarım kilo kuru yemiş göndermek izninin verilmesine yüksek müsaadelerini arz ve rica ederim.
Türk Hava Kurumu Başkanı
Erzurum Mebusu
(İmza Şükrü Koçak)
HERŞEY GÜZEL GİDERKEN NELER OLDU?
THK uçak fabrikasında her şey güzel giderken ne oldu da işler tersine döndü? Yazımın giriş bölümünde değindiğim konunun önemi işte bu aşamada anlam kazanıyor. Türkiye’de kötü giden birçok işin aslı nedense bir türlü öğrenilemiyor. Ya da öğrenilsin istenmiyor. THK Uçak ve motor fabrikalarının akıbeti de aynı. Araştırmacı ve yazarların konuya yeterince eğilmemeleri ve yine kısa yoldan konuyu kapatıverme hızgüzarlığı (işgüzarlığı) gerçeklerin tam anlamıyla öğrenilmesini maalesef engelliyor. İlgili makamların arşivlerini araştırmacılara açmamaları ise ayrı bir dert. Havacılık tarihi ile ilgilenenler bilirler bu konuyu kapatmanın en kestirme yolu, Marshall yardımlarının Türk havacılık sanayisini bitirdiğinin söylenivermesi. Yanına birde ABD kökenli raporu eklediniz mi işi hallettiniz demektir.
Peki, TOMTAŞ nasıl yorumlanmalı, Nuri Demirağ’ın girişimleri. Eskişehir’de Salahattin Reşit Alan örneği ve yine Vecihi Hürkuş ’un başına gelenler. Kesin olan bir şey varsa o da emperyalist güçlerin her alanda olduğu gibi havacılık alanında da Türkiye’yi istedikleri gibi şekillendirebilmek için Cumhuriyetin ilanı ile birlikte işe koyulmaları. Düşünsenize daha Cumhuriyetin ilanından 16 ay gibi kısa bir süre sonra kurulan Türk Tayyare Cemiyeti halktan topladığı bağışlarla 10 yıl içerisinde ( 1925-1935) 229 uçak satın almakta, Yılda 22 uçak, azımsanacak bir rakam olmasa gerek. Bu rakam dünyaya uçak satmaya çalışan tüm üreticilerin iştahını kabartmaya yeter de artar bile.
Bütün bunlar olurken biz ne yapmışız? Bu soru hemen hemen hiç sorulmadı. Hep dış güçler, emperyalistler, hele hele o ABD yok mu? Demezler mi adama “ Senin aklın yok mu kardeşim”.
Havacılık sanayimiz konusunda gerçek anlamda bir öz eleştiri bu güne kadar yapılmamıştır. Yapıldıysa ben okumadım. O yüzden bu konu ile ilgili bence çok önemli kaynak eser olan “Bir tayyarecinin anıları” adlı Vecihi Hürkuş hocamızın kendi kaleminden çıkma kitabı, bu bakış açısıyla tekrar okunmalıdır. Ayrıca Muzaffer Ergüder’in anıları” sorgulayan bir gözle yeniden okunmalıdır. Çok önemli gördüğüm Nuri Demirağ’ın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yazdığı dilekçeler ( mektuplar) altları çizilerek hafızalara kazınmalıdır.
2. DÜNYA SAVAŞINDA ANKARA’DA POLONYALI HAVACILAR KİTABI
Yazımın girişinde “Havacılık tarihimizin bilinmeyen bu önemli bölümü için kaynak bir eser ortaya çıkmış oldu. Bu kitap ile ilgili paylaşımımı yazımın sonuna bırakmak istiyorum.” Demiştim. 2. Dünya Savaşında Ankara’da Polonyalı havacılar adı altında Yük. Müh. M. Arif DEMİRER’in hazırlamış olduğu harika bir kitap havacılık tarihi kitaplarımız arasına katılmış oldu. Meraklıları kitabı Polonya Ankara Büyükelçiliğinden ücretsiz olarak temin edebilirler. Teşekkürlerim M. Arif DEMİRER ve Polonya Büyükelçiliğine.

Yazımız oldukça uzadı, bu haftalık bu kadar demenin zamanı. Bir sonraki yazımızda bizim içimizde yaşayan, özellikle THK uçak fabrikası ve uçak motor fabrikasında çalışan Polonyalı mühendislerin raporlarından Türk Hava Kurumu fabrikalarındaki durumları mercek altına yatırmak istiyorum.
Gökyüzüyle kalın, sonsuz mavilikler gönlünüze dolsun. Kaybolmakta olan THK’da kulaklarınıza küpe olsun.
Mustafa KILIÇ
Havacılık Tarihi Araştırmacısı – Yazar
kilic.thk@hotmail.com
Kaynak: www.kokpit.aero