29 Kasım 2018 Perşembe

MERİTOKRASİ "MEHMET ARİF DEMİRER VE DEMOKRASİ" Alaeddin USTA (28 Kasım 2018, UYSAF Konferansı "İstanbul, 6-7 Eylül 1955 Olayları"

MERİTOKRASİ 
"MEHMET ARİF DEMİRER VE DEMOKRASİ" 
Alaeddin USTA
Her 15 günde bir UYSAF’ta yapılan toplantılarımızın bu haftaki konusu “6-7 Eylül 1955 Olayları” idi.
28.11.2018 Günü yapılacak olan toplantıda sunumu yapacak olan ise Mehmet Arif DEMİRER’di.
DEMİRER bize göre ilerlemiş yaşına rağmen, hatta sağlığı nedeniyle yürüme zorluğu çekmesine rağmen, konuşması tabir yerinde ise bülbül gibi idi.
O konuştukça kendi cehaletime kızdım,
Okuduklarıma yandım,
Eksikliğimi gördüm,
İlk kez duyduklarıma sevindim,
Derya olan bir hatibi dinlerken ne hissedilirse onların tamamını hissettim.
Anlattıklarının tamamını belgeledi Sayın DEMİRER,
Anlattıklarının tamamını içeren kitapları kendisini dinlemeye gelenlere ve hatta ücretsiz dağıttı Sayın DEMİRER,
Bugüne kadar yazdığı onlarca kitaptan mevcutları bile dağıtmayı arzuluyordu Sayın DEMİRER.
Sonunda;
Atatürk’ü sevmeyenlerden siyah leke ve biz,
Amerikalı arkadaşı Atatürk’ün Devrimlerini Anlatıyor,
Atatürk’ü vatan Toprağına Kavuşturmuştuk adlı 3 kitabı ile
Kemalist Demokrat Türkiye dergisini bizlere verdi.
Bunların içinde biri vardı ki “10 Kasım 1953 günü Atatürk’ü Vatan Toprağına Kavuşturmuştuk” adlı kitabını tanıtırken elleri titriyor, kitabı bir o yana bir bu yana çeviriyordu.
Programın yöneticisi olarak ben de heyecanlandım.
Zira konuşmaya başladığında yaşadığı sağlık sorununu anlatmıştı.
Sonra konuyu aydınlattı.
Meğer Sayın DEMİRER 10 Kasım 1953 günü Büyük Atatürk’ün Anıtkabir’e defin sırasında orada imiş.
Beli ki bunca yıla rağmen etkileri hâlâ devam ediyor.
Atatürk sevgisi bu olsa gerek.
Tabi Atatürk’ü sevenler için.

Sayın DEMİRER’in anlattığı özel anekdotlar sayesinde tüm arkadaşlarım şaşkınlıklarını ifade ederek, dilek ve temennilerde bulunarak,
Bir başka zamanda bu toplantının devam etmesine karar vererek sonuçlandı.
Hâlbuki Sayın DEMİRER süreyi bana sormuş, bir buçuk saat civarında deyince “zor” dercesine tavır takınmıştı.
Sonunda bir buçuk saati geçmiş olmamıza rağmen hızını alamamış ve bir toplantı daha önermiştir.
Sağ olun Sayın DEMİRER. Sağlıklı günler diliyorum. 30.11.2018. Alaeddin USTA. Ankara.meritokrasi11@gmail.com

15 Kasım 2018 Perşembe

HABER TÜRK (ANKARA HABERLERİ) 10 Kasım 1953'ün tanığı Mehmet Arif Demirer, o günü AA'ya anlattı

10 Kasım 2018 Cumartesi

"HASTALIĞI DOĞRU TEŞHİS EDİP TEDAVİYE BAŞLAYAN DOKTOR: ATATÜRK" PROF. DR. SADIK K. TURAL (Kaynak: Mehmet Arif Demirer)

"HASTALIĞI DOĞRU TEŞHİS EDİP TEDAVİYE BAŞLAYAN DOKTOR: ATATÜRK"
PROF. DR. SADIK K. TURAL


I
İnsan ruh adlı bilinmez ve tanımlanmaz elektrik gibi bir enerjiden oluşan bir varlık alanı ilebeden denilen beş duyu ile bilinebilen diğer varlık alanından oluşan bir bütünlük.
Ölümsüz sayılan “ruh” bilinmezler alanı olmaya devam ediyor.
Beden farklı yapılı ve işlevli hücrelerden oluşan bir bütünlüktür. Beden hücrelerin her birinin içindeki mikro işlemcilerin henüz çok küçük bir kısmı tanınıp tanımlanabilmiş bulunan yüksek bilgi ile oluşturulmuş bir sistem.
Beden/vücut denilen özel sistemin herhangi bir hücre veya hücre grubundaki işlev azalması veya işlevsizlik yüzünden oluşan durumlara hastalık/sayrılık deniliyor.
İnsan yanlış karar ve yanlış tercihlerinin göstergesi olan eğilim ve ısrarlarının sonucunda oluşabilen beden ve/veya ruh hastalıklarıyla boğuşuyor. Hastalıkların bazıları tamamen tedavi edilebiliyor bazıları kalıcı etki bırakarak giderilir iken bazıları ise ölümcül olabiliyor.
Hastalık/sayrılık hallerinde hekime gitmek gerek. Hekim hem öncekilerin öğrenip naklettiği hem kendi tecrübeleri sonucunda kazandığı bilgi birikimiyle hastalığa öncelikle “doğru teşhis koyan” ve sonra da “tedavi işlemleri”ne başlayan insan. Şarlatan olduğu halde adı veya unvanı hekim olana değil bilgi ve birikiminden teşhis ve tedavisinden şüphe edilmeyen cesaretsizlik göstermeyen işinin ehli güvenilir hekime gidilmeli. Bilgisi ve birikimi başarısı ve şöhreti kibre veya tüccarlığa dönüşmemiş hekim... İnsandaki hastalığı doğru teşhis ve tedavi etmeyi mesleğinin tek hedefi sayan hikmeti öğrenme sevdalısı hekim. Bu yüzden Türkler eskiden ‘Hekimlik ve askerlik bir meslek değil bir yaşama tarzıdır. ’ derlermiş.
Hekim hastayı dikkatle muayene edip “durum tespiti” anlamında “sağlıksızlığın hangi organlarda” olduğunu tanımlar teşhis eder... Ondan sonra da bilinen yöntem ve ilaçlarla “tedavi”başlar... Bu tedavinin hastaya vereceği sıkıntı ayrı bir konudur. Hastanın hekime kendini teslim ettiği verilen tedaviye ilişkin uygulama ve ilaçları yüksünmeden gizli ve açık biçimde engellemeden kabullenip gereğini yaptığı hallerde sonuç büyük ölçüde olumludur; doğru teşhis ve mümkün olabilen tedavinin sonunda hasta ya şifâ ya iyileşme/salah ya da tedaviye devam ederek ömrü sürdürme kararlarından biri ile hayatına devam eder.

I I
İnsan toplulukları da birçok bakımdan beden denilen organizmaya benzerler. Her hücre bir ailedir ve onun çekirdeğinde insanlar bulunur. Bu hücrelerin ilişki kurarak ve etkileşerek oluşturduğu yapıların bir kısmı dâimi bir kısmı ise geçicidir. Aile hem varlık oluşturan hücrelerin karşılığı olan hem de ruh denilen tanımlanamaz enerjiyi temsil eden bir yapıdır. Ailelerin enerjileri birleşerek hem millî benlik ve kimliği hem de toplam enerji veya sinerji denilebilen millî ruh’u oluşturuyor.
Aile denen sosyo-kültürel hücreyi oluşturan insandaki atomik-kuantik işlev bozuklukları toplulukları ve toplumları hastalandıran etkenlerin birisidir. Topluluklardaki ve onların nitelik ve nicelik toplamı sayılagelen toplumlardaki çözülmelerin kırılmaların iki temel sebebi vardır: Birincisi ailenin ikincisi ise o “toplum”u yöneten ‘kişi ve kurumlarda’ var olması elzem sayılan işlevlerinden birinin/birkaçının hastalanmışlığıdır.
Hastalığı ya bilge siyaset idare ve askerlik alanının öne çıkan şahsiyetleri veya bilginler ya da devlet adlı yüksek örgütlenme organları teşhis ve tedavi eder.
Bir toplumun benzeşirliğini ve biraradalığını artırmasını siyasî iktisadî ve kültürel istikrarını korumasını bağımsız bir yapı olarak devamını sağlayan örgütlenmeye devlet denilir. Devlet toplumdaki kişi aile ve toplulukların hem birbirleriyle hem yetkili yönetim temsilcileriyle ilişkilerinde asayişsizlik emniyetsizlik adaletsizlik haksızlık ile karşılaşmaması için gereğini yapan güç ve örgütlenme bütünüdür. Devlet üretim ve tüketim sağlık ve eğitim kavramlarına giren alanlarda her bireyin sağlıklı ve iyi vatandaş olmasını sağlayıcı hukuk düzeni başta olmak üzere kurumlar kuruluşlar oluşturur. Devlet iç ve dış düşmanları karşısında hem gücünü ve itibarını korumak hem de bağımsızlığını sürdürmek için özenli dikkatli bilgili ve bilinçli yapılanmalar göstermek zorunda olan çok yanlı ve yönlü bir örgütlenme türüdür.
Devlet hukukun üstünlüğü ve uygulamada tavizsizliği ölçüsünde yönettikleriyle bütünleşir istikrar sağlar. Devletin millî nitelikli donanımlı güçlü bir ordu ile çağdaş ve nitelikli bir eğitim sistemi oluşturamadığı geliştiremediği durumlarda en geç üç kuşak sonra çözülme yıkılma ile karşılaşılır.
Devletler farklı rejimlerle varlığını sürdürür. Erk denilen yönetim gücünün oluşum ve işleyişini sağlayan tercihler yetkiler ve kurumlaşmalar toplamına rejim denilir. Bir kişi veya sülaleye halkın kaderini bırakan mutlakıyet rejimli devletler giderek azalıyor. Rejimler toplumun dilek ve isteklerini dikkate alan vekil/temsilci unvan ve işlevli kimselerden oluşan keneş kurultay meclis kamutay şûra parlamento kongre adlı yasama ile yürütmeyi denetleme görevini üstlenen bir organ ile adaleti sağlayan bağımsız hukuk organlarının işleyişiyle biçimleniyor. Gerek meclisin gerekse hukukun esas aldığı değer ile yetki bakımından en üstte olan makam ve kişilere tanınan haklar rejimdenilen biçimlenmenin niteliğini/adını belirler. Bu nitelikler “anayasa” denilen metinlerle ortaya konulur.
Osmanlı Devleti teb’ası/reayası saydığı halkıyla kendi arasındaki uzaklıklı mutlak otoriteli yapısını yaklaşık 450 yıl sürdürmüştür. Büyük çoğunluğu Türk olan sessiz yığınların mahallî yöneticilerin ceberrutluğu ve asayişsizlik ile adaletsizliği yüzünden Devlet’e kırgınlığı hattâ küskünlüğü sonucunda celâlî isyanları (iç terör denebilir) baş göstermiştir. Devlet’in içeride güç ve itibar yitirmesinin açık göstergelerinden biri bu başkaldırılar olmuştur. Bunun yanında savaşlardaki ağır yenilgiler ve toprak kayıpları... Kutsal olan her ögeyi (Kur’ân hadis mezhep tarîk cami v.b) kendi güç ve iktidarı için kullanan cahil halkın inançlarını sömüren Osmanlı Sarayı ve yandaşları yok oluş sürecine girmişlerdi. Avrupa’daki bilim ve teknolojik gelişmeye uzmanlaşmaya karşı ilgisizliği benimseyen hilâfet cilalı saltanat kabuktaki kısmı pörsümüş içi çürümüş bir yapıya dönüşmüştü. Bu gerçekleri gören düvel-i muazzama bir yandan maraza çıkarıp sömürü için yeni imkânlar koparmış diğer yandan da bünyemizdeki gayri müslimler içinden buldukları bazı nankör gözü dönmüşleri ihanet şebekelerine dönüştürmüştür.
Devlet 1820-1920 yılları arasında yüksek örgütlenme modeli olma özelliklerinin tamamını kaybederek hızla yok oluşa doğru gitmiştir. Durumun vehâmetini bir “durum tespiti” ile ortaya koyma ”teşhis” ve “tedavi” denemeleri yerleşik tabuların hilafet cilalı Saltanatın direnişleri yüzünden hem etkisiz hem sonuçsuz kalmıştır.

I I I
Karlofça Anlaşması ile başlayan işlev bozukluğuna bağlı siyasî idarî askerî ve iktisadî hastalanmalar ilk olarak 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla devamında Kırım Harbi de denilen1853-1856 Osmanlı Rus Savaşıyla reddedilmez şiddette ortaya çıkmıştır. Ardından Osmanlı maliyesi çökmüştür. 1855-1875 yılları arasında Sultanın ailesinin ve yandaşlarının Devlet adına alınan borç paralarla har vurup harman savurmaları lüks hayat ve ihtişam göstergesi olan saray kasr köşk ve giyim kuşam ile tefriş hastalığı sonucunda Devlet iflasın eşiğine gelmiştir. Bu harcamaların yabancılardan alınan borç paralar ile yapıldığını özellikle vurgulayalım.
93 Harbi de denilen 1877-78 Osmanlı Rus harbinin sonunda galip Rus ordusu Saray’a bir saat mesafede durmuştur. Tam bir hezimet anlaşması olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy) ateşkes ahitnâmesi Sultan II. Abdülhamid’e imzalattırılmıştır. Asıl anlaşma 13 Temmuz 1878’de Berlin’de imzalanmıştır. Şu ağır şartları taşıyan bu “Muahede” çok önemlidir: Trakya’mız ve Balkanlar’ımız Bulgaristan Prensliği Makedonya ve Doğu Rumeliolarak üçe ayrıldı. Kars Ardahan ve Batum Rusya’ya bırakıldı. Ayrıca Osmanlı Devleti Rus Çarlığına 803.000 Frank ödemeyi de kabul etti. Ermeni gailesi bu anlaşma ile Osmanlı’nın iç sorunu olmaktan çıkıp emperyalizmin Türklük aleyhine kullandığı bir araç olma sürecine girdi. Rus Çarı Nikola “Osmanlı Devleti ağır hastadır bizler gereğini yapmalıyız. ” demişti... Çarın teşhisi incitici aşağılayıcı fakat -mâalesef- dosdoğru bir“durum tespiti” idi.
Devlet borçları o ölçüde idi ki yerli Rum Ermeni Süryani Musevi alacaklılar edepsizliği ele aldılar: Başta İngiliz ve Fransız olmak üzere yabancı banker ve tüccarlar da yerli tüccar ve bankerler de “borç/deyn” tahsili konusunda bir çözüm üreterek Devlet’in önüne koydular. 1879’daki ilk‘sözleşme’den sonra Osmanlı Devleti 3 Ekim 1880’de alacaklılar ile boynu bükükçe bir toplantı yaptı. Aralık 1881’deki ünlü “Muharrem Kararnamesi” ile borçlar yönetimi de kurumlaşmış oldu. Adı: Devlet-i Osmâniye Vâridât-ı Muhassasa İdaresi (Osmanlı Devletinin Devlet Gelirlerinin Yönetimi) kısaca Duyûn-ı Umûmiye olan bu örgüt hem ekonomiyi hem de siyaseti sömürüp çökerten önemli bir hastalık merkezi mikrop yuvası idi. 1912 yılında Duyûn-ı Umûmiye idaresinde çalışan memur sayısı 8931 iken Osmanlı Maliye Nezareti’ndeki memur sayısı: 5472 idi. [1]
Bir yandan Duyûn-ı Umûmiye’nin ‘çok askeriniz var’ dayatmaları diğer yandan Sultan II.Abdülhamid’in muhalifleri konusundaki vesveseli tutumu sonunda orduda “Tensikat”(Azaltma) yapılmıştır. Ordudan atılanlar Sultan’ın muhalifleri ile işbirliği yapmışlardı. Sultan II.Abdülhamid’in “Tensikat-ı Askeriye” kararnâmesi ile ordudan atılan ”Tensikzedeler” 1909 sonrasında affedilip bir kısmına görev verilmiştir. Bir başka önemli dönüşüm de İttihad ve Terakki tarafından “Tasfiye-i Ruteb”(Rütbelerin düzeltilmesi) kanunu ile ordudaki “alaylı” subaylar uzaklaştırılmış; bir ve/veya iki rütbe indirilmiş -bazılarının rütbesinin yükseltilmiş- bulunmasıdır. Bu uygulama 31 Mart Vak’asının sebeplerinden biri olmuştur. [2] Ordunun içindeki siyasî erk’in ortağı olma sevdasına bağlı gruplaşmalar yanlış kararları çoğaltmıştır. Yanlış karar ve uygulamalardan biri başarılı subaylardan bir kısmı ile Balkanlardaki bazı birliklerin Yemen’deki ayaklanmayı bastırmak için gönderilmiş olmasıdır...
Arkasından Balkan Bozgunu... Ordunun milletin bozgunu... Ardından Birinci Cihan Harbi. İki cephedeki “zafer” nitelikli muharebeler yanında bütün cephelerde hezimetle kaybedilen savaşın ardından önce Mondros Ateşkes (Mütâreke) Anlaşması sonra idam kararı işlevini taşıyan Sevr Muahedesi... Sevr metnini okumadan devlet yöneten yüksek bürokratlara ve siyasetçilere bu ayıplarından dolayı gülmekten başka ne yapılabilir?[3]

I V
30 Ekim 1918 tarihinde imzalamaya icbar olunan Mondros Ateşkes (Mütâreke) anlaşması ile ordumuz yenilmiş teslim olmuş sayıldı. Barış adına ‘analar ağlamasın’ diyerek bu ön anlaşma imzalanınca İngiliz Fransız ve İtalyanlar İstanbul’u işgal etmişlerdi. Hemen her ilde ve bir takım kazalarda bir takım ve/veya bölük büyüklüğünde İngiliz ve/veya Fransız –bazı yerlerde her ikisi aynı anda- askerî birlikleriyle işgal başlatılmıştır. Ardından da Yunanlılar...
Bu ağır işgal ve esaret tablosunun oluşmaya başlaması sırasında Mustafa Kemal Paşa 16 Mayıs 1919 gününe kadar İstanbul’da birçok kimseyle görüşmüştü. [4] Mustafa Kemal Paşa Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’de yasak ettiği ”ye’s/umutsuzluk”un herkesi teslim aldığını fark edip göstermelik bir görevle Anadolu’ya geçip önce Amasya’da “MİLLET”i göreve çağırmıştı.
Ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri... Mandacılar İngiliz Muhipleri Fransızperesler karşısında Türklüğe dayanan Kemal Paşa.
Ordu yok silah yok para yok... Merhum Börekçizade Rifat gibi Merhum müftü Vehbi Efendi gibi İslâm’ı Arap milliyetçiliğiyle eşitlemeyenlerle yola çıkıp inanç baronlarının tökezletme çalışmalarına azınlıkların ve azınlık ruhluların engellemelerine rağmen “yok”lara aldırış etmeden Türk Ruhu’nu harekete geçiren ihtilalci...
57 yıllık hayatının “yaklaşık 29 yılını (1893-1922) askerî okullar ve kıt’alar ile fiilen cephelerde savaşarak geçiren” [5] bir askerî lider. On beş yıla yakın bir zaman da devlet başkanlığı.
Allah’ımız Firavun’un karşısındaki Musa’ya “Korkma” demişti. Allah’ım Türklüğün millîDNA’sına da şu emri kaydettirmiş olmalı: “Şehit veya gazi olmaktan korkma. Umutsuzluk ve esirlik sana haram imanlı hücrelerinin mücâdelesiyle kazandığın istiklâl ve hürriyet sana helaldir. ” Bu emrin gereği olan askerî siyasî idarî ve iktisadî savaşlarda milletine önderlik eden muzaffer başkomutan önder başöğretmen.
Saltanat ve hilafet kamburlarından bizi kurtaran millî hâkimiyetin de her tür inancın da milletin hür iradesiyle biçimlenmesinin temelini atan büyük devrimci cerrah.

V
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919-15 Ekim 1927 yılları arasındaki olayları Büyük Nutuk adlı kitapta belgeleriyle ortaya koydu. Büyük Nutuk’ ta 266 vesika ile haritalar ve krokiler vardır. Onun “teşhis” ve “tedavi” anlayışını dünyanın sayılı devrimci siyasal ve sosyal hekimlerinden olduğunu kavrayabilmek için Büyük Nutuk ’un “umûmî vaziyet” ile anlamlı tespit ve yorumların yer aldığı ilk elli sayfasını okumak yeterlidir. Son 70 yılda DEVLETin üst mevkilerinde görev alanların bu kitabı okumamış olmaktan doğan cehaletlerinin tarihe karşı haksızlık etmelerine sebep olduğu açıkca görülüyor. Aydın olan yetki kullanan her vatandaşımız Büyük Nutuk’u okursa Türklük hangi tehdit ve tehlikeler açık ve örtülü taciz ve tecavüzlere maruz kalmış ve Kemal Paşa bunları nasıl yok etmiş daha yakından bilecek bilinçlenecektir.
“Atalarımın ruhu beni vazifeye davet ediyordu” diyerek hakkındaki idam fermanına aldırmayan özgüven duygusu yüksek Mustafa Kemal Paşa...
Amasya Ta’mimi adlı ihtilal beyannamesini yayınlayan önce Millî Meclis’i ardından Millî Mücadele’yi oluşturup işleten Orhun Anıtlarındaki büyük çığlık gibi milletin ”kendisine dönmesini” isteyen Avrupalılık değil Batılılaşma değil çağdaşlaşmayı esas alan vizyonu modernite olan devlet adamı. Bedeni emeği inancı sömürülen sosyal ve kültürel örgüsü çözülmüş yoksul ve yoksun halkı“kul” olmaktan çıkarmak; toplulukları şartlandıran ön yargılarından kurtarmak... Geçici tedbir ıslah ve tanzimler yerine hastalığı tam teşhis eden “salah”ı sağlayıcı inkılâbı yapan dâhi önder. Fikrî siyasî şarlatan “Efruz Bey” tiplilere sıkıyı görünce yer altına akan anut ham yobaz tiplilere rağmen Türk inkılâbını başlatmış demokrasi denemelerine girişmiş lider... Cephelerden tanıdığı milletini Tekâlif-i Milliye Emirleri ile “Millî mükellefiyet” seferberliğine çağıran ihtilâlci. [6] M. K. Atatürk ideal ve ideoloji dünyaya bakış ve dünya görüşü kavramlarının merkezine ‘millî benlik’ ‘millî kimlik’‘millî şuur’ ‘millî hâkimiyet’ kavramlarını yerleştiren bilge önder bilinçli lider.
Halkın dilek istek ve ihtiyaçlarına kulak tıkayan bencil bir merkezî yönetim ile onun her anlamda benzeri ve taklitçisi taşradaki temsilci yöneticiler... Yoksul yorgun on yıllık savaşlar yüzünden yaşama sevincini kaybetmiş bezgin ürettiğini tüketmekten başka gücü ve imkânı olmayan büyük çoğunluk... Bilim ve teknolojinin ışığından habersiz; modern imkânlardan uzak bir köylü ve kasabalı yığını. Örgün eğitim ve öğretimle tanışmamış kadının da hukukî hakkı olmadığına şartlandırılmış sağlık hizmetlerini mutlu azınlığın tanıdığı bir sosyal kültürel ve iktisadî hastalıklar ülkesi... Başta bu hastalıklar olmak üzere Türklüğü ve vatandaşlığı bilinçli bir aitliğe dönüştürmeyi engelleyen birçok musibete teşhis koyup tedavi programlarını başlatan hekim...
M. K. Atatürk kapitalist emperyalizme de komünist emperyalizme de geçit vermeyen; Bedevî-Vehhâbi Müslümanlığı yerine büyük Türk müctehidi Mâtûridi’nin aklı öne alan görüşlerini laik hukuk olarak rejimleştiren; İslâm’ı Arap kültürüyle eşitleyen “hilâfet”le de tapulayan çarpıklığı giderme adımını atan sosyo-politik sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik teşhis ve tedavi konusunda bilgili bilinçli bir hekim. O’nun nasıl bir cerrah olduğunu anlayan öncelikle İngiliz ve Fransız istihbaratçı asker ve diplomatları ile siyasetçileri. [7]
Her liderin kıskançlık ve/veya yeterince anlaşılmamaktan doğan muhalifleri bulunabilir. Farklı düşünmek başka ısrarlı bir şekilde karşıda bulunmak başkadır. [8]
Aralarında her zaman samimi bir dostluk bulunan “kardeşim” dediği Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’ya II. Dünya Savaşı’nın teşhisini yapan da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. [9]
Her ülkede özellikle Doğu’lu toplumlarda siyasî erk anlamındaki hâkimiyet/egemenlik nasıl kurumlaşmış olursa olsun o erk odağını kendi çıkarları yönünde biçimlendirmekte ısrarlı olan ticaret ve inanç odakları hattâ suç örgütleri Devletin örtülü ortağı olurlar. Toplulukların duygularını istismar eden sömüren bu odaklar çok ısrarlı ve kılık değiştiricidir. Millî eğitim ve bilinçlenmenin yaygınlığı ve çokluğu millî egemenlik ve bağımsızlığın teminatıdır. Halkın elinden millî hâkimiyeti almak millî benlik ve kimliğe dayanan hukuku işletmez kılmak isteyenlerin ısrarcı inadını biliyordu; O’nun 1923 yılında söylediği bütün zamanlara ulaşan şu veciz çığlığını tekrarlayalım:
“Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız şartsız hâkimiyetidir. Bir milletin hâkimiyetini anlayabilmesi ve onu emniyetle koruyabilmesi bir takım husûsî vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde ictimâî terbiyesinde vatan sevgisinde noksan vardır öyle bir millet hâkimiyetini lüzûmu derecede kuvvetle elinde tutamaz. ”
Her vatandaş başka bir millete bağlılık duygu ve düşüncesi taşımamak; Türklük şemsiyesine bunun gereği ortak paydaya bilinçle sahip çıkmak bu ölçülerle modernitenin imkânlarından yararlanmak zorundadır. Atatürk şehirleşme sanayileşme bilim ışığının önde olması millî benlik ve kimliğine dayanarak yerli ve millî üretimi artırma moderniteyi paylaşma anlayışını ülküleştiren ve ilkeleştiren bilgili kararlı fikrî siyasî lider. [10]
“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen fikren fiilen bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki millî benliğine sahip çıkmayan milletler başka milletlerin avı olur. ” düsturunun anlamını milletine benimseten ataların ruhunu tarihin ruhunu toprağın ruhunu benliğinde yankılatmış olan millî ve milletlerarası boyutlarıyla Cumhuriyet’in kurucusu büyük Türk lideri...
Sekseninci ölüm yıl dönümünde Allah’ıma yakarıyorum:
Allah’ım Libya’da Çanakkale’de İstiklâl Harbi’nde canını ortaya koyan gazilerin ve şehitlerin ruhlarına ve onların komutanları olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ruhuna Rahmet et… Âmin.

[1]Bilgisine başvurduğum Prof. Dr. Mehmet Akif Tural’a anlattıkları için teşekkür ediyorum.
[2]Prof. Dr. Mehmet Akif Tural’a bu bilgiler için de alenen teşekkür ediyorum.
[3]İbrahim Sadi Öztürk Sevr Anlaşması (Tam Metin- Mondros ve Lozan Ekleriyle) Ank. 2007.
[4] İsmet Görgülü Atatürk’ün Anıları 5. bs. Ank. 2013;
[5] Hikmet Özdemir Atatürk’ün hayatının-ki bu ibâre Özdemir’e aittir- 19 Mayıs 1919’danöncesini ana nirengiler sonrasını da neredeyse günbegün anlatan bir kitap hazırlıyor. 2018 Haziranı’nda kitabın ‘yaklaşık sekiz yüz sayfayı bulduğunu her bilgiyi çeşitli kaynaklardan kontrol ederek yazmaya çalıştığını’ anlattı. Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in bu kitabı başarıyla hazırlayabileceğine ve bir eksiği gidereceğine inanıyorum. Kitabın 2019 yılıMayıs’ına kadar bütünüyle tamamlanmış olarak vitrinlere çıkmasını bekleyenlerdenim. Bu vesileyle tekrarlayayım ki Atatürk’ün biyografisini yazmaya kalkanlar Ş. S. Aydemir’in Tek Adam kitabı ile F. R. Atay’ın Çankaya’sında 10 Kasım 1938’den önceki 19 ayın eksik oluşunu dikkate alarak Hasan Rıza Soyak Ali Fuat Cebesoy ve Afet İnan’ın hatırat nitelikli kitaplarına- bunlar 1950-60 arasında basılmıştır- bakmalıdır; bir de Sherrill ve Melzig’in kitaplarına.
[6]Bu konu için Doç. Dr. Serap Taşdemir’in Prof. Dr. Mehmet Akif Tural ile yaptığı ve Bizim Ayvalık Dergisinin Ağustos-Eylül 2018 sayısında yayınlanan mülâkatın okunmasını dilerim.
[7]O’nun liderliğini 1918-1938 arasında doğru anlayanların büyük çoğunluğu yabancılar.ABD’nin Ankara’da 1932-1933 yılları arasında büyükelçilik yapmış bir general var: Sherrill... O’nun Türkiye’yi ilgilendiren iki kitabından biri devrinin üç büyük siyasetçi devlet başkanını karşılaştırdığı Üç Adam Atatürk- Roosevelt- Mussolini adlı kitap. Sherrill’in kitapları başka dillerde de yayınlandığı için çok önemli. Doğru bilgi içinBüyük Nutuk ve Salahi R. Sonyel’in Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri (1995) ile Hasan Rıza Soyak’ın Hatıralar (1955) adlı eserleri okunmalıdır. Bu üç temel kitabı okumadan konuşanları ALLAH hakkı için ciddiye almayınız. General Sherrill Üç Adam Atatürk- Roosevelt- Mussolini İstanbul 1937; Charles H. Sherrill Mustafa Kemal’in Bana Anlattıkları İstanbul 2007; Charles H. Sherrill Bir Amerikan Büyükelçisinin Gözünden: Gazi Mustafa Kemal İstanbul 2017; Merhum S. R. Sonyel’in Gizli Belgelerde Mustafa Kemal Vahidettin ve Kurtuluş Savaşı(2007) adlı kitabı ile Kaygılı Yıllar: Gizli Belgelerle Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası (1918-1923) adlı (2012) eserleri de okunmalıdır.
[8]Atatürk’ün yaptıklarının arkasındaki ülküleri ve ilkeleri anlamak isteyenler merhum Sadık Perinçek’in başlattığı Kaynak Yayınları adına Şûle Perinçek’in tamamladığı 33 ciltlikAtatürk’ünBütün Eserleri adlı külliyata bakmalıdırlar. Cumhuriyet tarihçisi Hasan Cicioğlu Hoca’dan 2002’dedüzenlediğimiz “Yetmiş beşinci Yılında Büyük Nutuk’u Anlayarak Okumak” konulu” “bilgi şöleni”mizde Atatürk’ün muhalifleri ve muhalefet gerekçeleri konusunda bir bildiri sunmasını istemiştim; hazırladığı metin dinlenilmiş kitaba da almıştık. Sayın Cicioğlu 5. ve 6. UluslararasıAtatürk Kongresi sırasında da diğer iki bildiriyi sunmuştu; onları bir kitapta toplamış: Bk. Doç. Dr. Hasan Cicioğlu Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta Adları Geçen Muhalifleri Muhalefet Gerekçeleri Atatürk’ün Cevabı Gazimağusa 2016.
[9]Atatürk 1938’de Dolmabahçe’de doktorların müşahadesi altındadır. Sevdiklerinin ziyaret taleplerini -doktorlara rağmen- kabul etmektedir. Onlardan biri Ali Fuat Cebesoy’dur. Gazi Paşa’nın Allah’ın lütfu olan zekâsının derecesini gösteren dünya siyasetini doğru okumanın örneği olan tespit ve yorumlarını belgelendiren Cebesoy’a anlattığı teşhisi şöyle:”Fuat Paşa pek yakında dünyanın vaziyeti Mütâreke senelerinden daha çok ciddi olacak ve karışacaktır. İkinci bir büyük harp karşısında kalacağız. Dünyaya hâkim olan milletleri idare edenlerin arasında maatessüf birinci derecede devlet adamı çıkmıyor. (Hitler ve Mussolini’yi kasdederek)Avrupa’da bir kaç maceraperest Almanya ve İtalya’nın başında cebren bulunuyorlar. (. ) Bu İkinci Umûmi Harp beni yatakta kımıldayamayacak bir halde yakalayacak olursa memleketin hâli ne olacaktır?” Bk. A. F. Cebesoy Siyasî Hatıralar II. Kısım İst. 1960 s. 252; İkinci Dünya Savaşı’nın 70. yılında Mehmet Arif Demirer analitik bakış açısıyla oluşturduğu iki ayrı kitap yayınladı. Atatürk’ün tam isabetli öngörüleri için bk. M. A. Demirer İnönü’den İkinci Dünya Savaşı Ank. 2016 s. 348-355.
[10]Suna Kili Atatürk Devrimi: Bir Çağdaşlaşma Modeli 10. bs. 2006; Sinan Meydan Yüzyılın Kitabı Yüzyılın Lideri İst. 2018 adlı eserler ile Peyami Safa’nın 90 yıl önce yazdığıTürk İnkılabına Bakışlar adlı kitapta konuya ilişkin bilgiler vardır. Bk. Mehmet Aksoy’un (“79. Ölüm Yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk Üzerine Sadık Tural ile Röportaj”) Serap Taşdemir’in (“Tarihçinin Baktığı Pencereden”) Halil Özcan’ın(“Okunuşunun 90. Yılında NUTUK Etrafında Sorular”) Halil Gür’ün (“TV Dizilerindeki Tarih Düşmanlığı Üzerine Sadık Kemal Tural İle Röportaj”) yönelttikleri sorular ve cevaplar için bkz. S. K. T. Sorulara Cevaplar -I – 6. bs. Ank. Ekim 2018.

15 Ağustos 2018 Çarşamba

Mehmet Arif Demirer “Yeni Asya’nın Said Nursî etkinliğinde Uysal’ın işi ne?” Kâzım GÜLEÇYÜZ (23 Haziran 2013, Pazar) Kemalist DP’li Mehmet Arif Demirer, “DP Genel Başkanına açık mektup” başlıklı makalesi...

“Yeni Asya’nın Said Nursî etkinliğinde Uysal’ın işi ne?”
Kâzım GÜLEÇYÜZ
irtibat@yeniasya.com.tr
23 Haziran 2013, Pazar
Zaman zaman köşemize konu olan, son olarak 5816 sayılı “Atatürk’ü Koruma Kanunu” için gündeme getirdiği referandum teklifini yansıttığımız (10.1.13) Kemalist DP’li Mehmet Arif Demirer, “DP Genel Başkanına açık mektup” başlıklı makalesinde, Gültekin Uysal’ın, “Yeni Asya Gazetesinin Said Nursî ile ilgili bir etkinliğine tek siyasî parti genel başkanı olarak katıldığını gösteren fotoğrafı gördüğünde duyduğu rahatsızlığı” ifade ettikten sonra şunu sormuş: “Gündeminde Ayasofya’nın yeniden açılması olan o Yeni Asya Gazetesi etkinliğinde DP Genel Başkanının ne işi olabilirdi?” (Anayurt, 10.6.13)
Bir suali de şu: “Menderes’in partisinin 2013 yılında genel başkanı Atatürk’ün müzeye dönüştürdüğü İstanbul Ayasofya binasının yeniden cami olarak ibadete açılmasını mı destekliyor?”
Sekiz gün sonra, bu açık mektubuna Uysal’dan bir cevap alamadığını duyurarak aynı konuya tekrar dönen Demirer, bu defa DP’nin il başkanlarına hitap ettiği makalesinde şunları yazmış: “Demokrat Parti’nin bu kadar kısa bir sürede unutulmuş olması Said Nursî anma toplantılarına katılan DP Genel Başkanı açısından çok üzücüdür. Ne oldu da DP yüzde sıfıra yerleşti? Artık kimsenin aklına alternatif olarak bile gelmiyor? Onun için de, adından bahsettirebilmek için, DP Genel Başkanı Yeni Asya’nın Said Nursî etkinliklerinde baş köşede görüntü veriyor?” (18.6.13)
Bunları aktardıktan sonra biz de soralım:
İlk yazısında DP’nin bu duruma gelmesinden Uysal’ın sorumlu tutulamayacağını belirten Demirer, ikinci yazıda niye Yeni Asya’nın düzenlediği Said Nursî etkinliğini işin içine katarak Uysal’a onun üzerinden yükleniyor. Ne ilgisi var?
DP gibi bir partinin genel başkanının, hele Yeni Asya tarafından düzenlenen bir faaliyete katılması, tenkit değil, tebrik edilmesi gereken bir davranışken, Demirer’in yaptığı, demokratlıkla bağdaşması imkânsız bir çiğlik örneği değil mi?
DP’yi, kendisine yönelik olarak yıllardır süren sistemli toplum mühendisliği projelerine ilaveten, iç hatalar sebebiyle düştüğü durumdan çıkarmanın yolu, en zor şartlarda dahi samimiyet ve kararlılıkla, hiçbir karşılık beklemeden, bedelini de ödeyerek demokrat misyonu savunan Yeni Asya ile arasına mesafe koymaktan mı, yoksa ona samimiyetle kulak vermekten mi geçiyor?
12 Eylül’ün Demirel ve demokrat kadrolarla birlikte bütün liderlere koyduğu siyasî yasaklar, İlnur Çevik’in ifadesiyle, Bediüzzaman’a gönül verenlerin gayretleriyle aşılmadı mı ve bu çabalarda öncülük rolünü Yeni Asya üstlenmedi mi?
Demirel, yasaklı yıllarda Köprü dergisindeki mülâkatlarında Said Nursî’ye yaptığı atıflarla, Yeni Asya’nın düzenlediği Bediüzzaman mevlidine DYP Genel Başkanı olarak gönderdiği telgrafla ve “Said Nursî âlim değildir diyenin alnını karışlarım” çıkışıyla, Başbakanlığında devlet kütüphanelerini Risale-i Nur’a açarak Çankaya’ya çıkmadı mı?
Ve yine (Süleyman) Demirel, 1980’de bir kısmını ibadete açtığı Ayasofya için “Vakfiye şartını yerine getirmek, bizim Fatih’e karşı borcumuz” demedi mi?
Sonuç: Said Nursî’ye, Ayasofya’ya, Yeni Asya’ya sahip çıkmak kimseyi dibe vurdurmaz, tam tersine sahip çıkanın önünü açıp, onu zirveye taşır.

11 Ağustos 2018 Cumartesi

TBMM "TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ" Tutanak Dergisi: Mehmet Arif Demirer "Afyonkarahisar Milletvekili ve Mükalat Vekili (Ulaştırma Bakanı)"

oAna BaşlıkÖzet BilgiCiltBirleşimSayfa
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ -- 10. Dönem
1Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Bursa Mebusu Müfit Erkuyumcu'nun, Denizcilik Bankası Türk Anonim Ortaklığının hangi tarihte kurulduğuna, hisse senetleri ile kâr ve zarar miktarına, personelden kaç kişinin tensikat suretiyle, vazifesine nihayet verildiğine ve verilerine ne kadar yeni müstahdem alındığına ve son zamanlarda yolcu tarifelerine yapılan zamların yüzde miktarı ile sebeplerine dair sualine cevabı
926211
2Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Hariçten satınalınacak buharlı ve motorlu gemilerin memlekette yapılan mümasilleri için getirilecek eşyanın Gümrük Resminden istisnasına dair olan 3339 sayılı Kanunun meriyet müddetinin uzatılmasına dair Kanun münasebetiyle
103375:77 79
3Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Gerze yangınından, Lüleburgaz ve İnece'de su baskınından zarar görenlere yapılacak yardım hakkındaki Kanun münasebetiyle
10471056
4Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Münakalât Vekâleti ile Devlet Hava Meydanları İşletme Umum Müdürlüğü 1956 yılı bütçeleri münasebetiyle
10471097:1100 1102:1103
5Söz AlanlarMEHMET ARİF DEMİRER (AFYONKARAHİSAR) (MÜNAKALAT VEKİLİ) : Münakalât Vekâleti, Devlet Hava Meydanları İşletme Umum Müdürlüğü 1957 yılı bütçeleri münasebetiyle
17481072:1077

2 Ağustos 2018 Perşembe

NAZLI ILICAK Demokrat Parti ve "balans ayarı" -Mehmet Arif Demirer ile konuştum. Demirer, eski DP'li bakanlardan Arif Demirer'in oğlu. Demokrat Parti'de yıllarca Genel İdare Kurulu Üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yağmış; Hem tarihi çok iyi bilen ve hem de günceli dikkatle takip eden çok önemli ve değerli bir bilim insanı.

NAZLI ILICAK
Demokrat Parti ve "balans ayarı" 
Mehmet Arif Demirer ile konuştum. Demirer, eski DP'li bakanlardan Arif Demirer'in oğlu. Demokrat Parti'de yıllarca Genel İdare Kurulu Üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı yağmış; Hem tarihi çok iyi bilen ve hem de günceli dikkatle takip eden çok önemli ve değerli bir bilim insanı. Demokrat Parti dönemiyle ilgili her türlü bilgi ve belge, koleksiyonunda mevcuttur. Pazar günü Soner Yalçın'ın kaleme aldığı bir iddiayı sordum kendisine. Yalçın Hürriyet'te "Dün" ile "Bugün"ü mukayese etmek için bir iddia ortaya atmıştı: "Demokrat Parti 6 Haziran'da TSK içinde balans ayarı yaptı. Askerler darbe yapacak diye Türkiye'nin gündemine suni bir olay getirdi. Bu vesile ile Genelkurmay Başkanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, Deniz Kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanı'nı değiştirdi 150 albayı emekli etti."Demirer benim bildiklerimi teyit etti: 
Askerler İsmet Paşa'ya gidip iktidarı teslim etmeme teklifinde bulunmuşlardı. 
Demokrat Parti kurmayları, muhtemel yasa dışı teşebbüsleri önleme maksadıyla bu tedbiri almışlardı.
Daha sonra komuta heyetinin tasfiyesi ile Demokrat Parti'nin Atatürk çizgisinden sapmasının yolunun açıldığı da iddia edildi. Nitekim Soner Yalçın, ezanın Türkçe okunması yasağının kaldırılmasının da aynı döneme denk düştüğünü hatırlatmakta. Oysa, bu yasağın kaldırılması CHP'lilerin de iştirakiyle, oy birliği ile gerçekleşmişti.
Ve 6 Haziran 1950 tarihli Zafer gazetesinden iki manşet haber:
1)Genelkurmay'da mühim değişiklik 
2)Cumhurbaşkanı Bayar dün Başbakan'la Anıtkabir inşaatını tetkik etti.
Anıtkabir inşaatı ilerlemiyordu. Bayar, komuta heyetini emekliye sevk ettiği gün Anıt Kabir'i bazı bakanlarla ziyaret etti. Babam Muammer Çavuşoğlu da, Nafia Vekaleti müsteşarı sıfatıyla orada bulunuyordu " Anıtkabir, 10 Kasım 1953'e yetiştirilecek" talimatını verdi.
Soner Yalçın, "Dünküler iftiraydı; bugün de bir şey yok" demeye getiriyor yazısında.
Ne dünkü iftira idi; ne bugünkü. Hele bugün, silahlar, planlar, andıçlar da ortada. 
Hepsi düzmece mi? İnsaf...

MENDERES ÖYLE İSTEMİŞ! "TAKA GAZETETE.TRABZON" Menderes Hükümetinin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu Mehmet Arif Demirer Trabzon Fatih Mahallesi Muhtarı Zeki Batar’ı aradı. Ardından ise Türk Maarif Vekaleti eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türk Arkeoloji dergisindeki yazıları gönderdi.

MENDERES ÖYLE İSTEMİŞ! 
Menderes Hükümetinin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu Mehmet Arif Demirer Trabzon Fatih Mahallesi Muhtarı Zeki Batar’ı aradı. Ardından ise Türk Maarif Vekaleti eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türk Arkeoloji dergisindeki yazıları gönderdi. 
1962’de müze Buna göre, 1958 yılında Ayasofya Camiinin eski haline döndürülmesi için Adnan Menderes düğmeye basmış ve müze yapılması için çalışma yaptırtmış. 1959 yılında cami olarak ibadet yapılırken bu durdurulmuş ve 1962 yılında da müzeye çevrilmiş.
İyi araştırın Muhtar Zeki Batar, ‘Menderes gibi manevi değerleri güçlü bir merhum Başbakanın yaptığı bu çalışmayı tersine çevirmek doğru değil. Tarih iyi araştırılsın ve Trabzon’a zarar verilecek adımlar atılmasın’ dedi.
ARAYAN İSİM MEHMET ARİF DEMİRER
Trabzon Ayasofya Mahallesi Muhtarı Zeki Batar’ın telefonu çaldı. Arayan isim Mehmet Arif Demirer. Kendisi Menderes hükümetinin Ulaştırma Bakanı Arif Demirer’in oğlu olarak tanıttı. Ayrıca Anayurt Gazatesi’nin de yazarı. Demirer Fatih Mahallesi muhtarı Batar’ın faksını aldı. Ardından da Ayasofya Müzesi ile ilgili hem yabancı yazar Davi Wınfield’’in yazısını hem de kendisinin 29 Nisan Günü Anayurt gazetesindeki yazısını gönderdi. Türk Maarif Vekaleti eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından yayınlanan Türk Arkeoloji Dergisindeki yazıları da ulaştırdı. Yazılara göre, 1573 Trabzon’un fethinden sonra cami yapılan Ayasofya müzesi ile ilgili 1958 yılında Menderes’in talimatı ile ‘Aslına döndürülmesi talimatı veriliyor’ bunun üzerine uzmanlar çalışma yapıyorlar ve freksler ortaya çıkarılıyor. 1959 yılında da camide ibadet durduruluyor ve 1962 yılında da müze olarak açılıyor. Ancak Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildiği için bunu göremiyorlar. Turizme ciddi zarar verir Ayasofya Mahallesi Muhtarı Zeki Batar, son yapılmak istenen düzenleme ile ilgili olarak şunları söylüyor: ‘Fatih Mahallesinde eğer bir camiye ihtiyaç varsa bunun öncülüğünü ben yapacağım ve yeni bir cami yapalım. Ayasofya müze olarak kalmalı. Turizm açısından kalmalı, Trabzon açısından kalmalı. Tarihe saygı açısından kalmalı. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından alınan bu kararın bir kez daha gözden geçirilmesini arzu ediyoruz.’ (08 Mayıs 2013 Çarşamba 09:49)